Aradan yirmibeş sene geçti; lakin hala etkisi devam eden post modern bir darbeyi konuşuyoruz. Peki yirmi beş senelik bir süreçte, yirmibeş sene önce yaşanan 28 Şubat Darbesi Amacına Ulaştı mı? Binaenaleyh burada evvela 28 Şubat Darbesi amacının ne olduğunu da iyi tahkik etmemiz gerekiyor. Amaç sadece o günün Refah-Yol Hükümetini istifa ettirmek ve irtica tehlikesini bastırmak mıydı? Laik Kemalist rejimi korumak mıydı? Görünenin altındaki görünmeyen gizli amaç neydi?
Öyle ya! Refah Partisi içinden Laik Düzen ve Kemalizm karşıtı söylemlerin yükselmesi, diğer yandan tarikatların Refah Partisi Hükümeti ile olan yakın ilişkileri, orduyu ve ordunun en büyük destekçisi olan medyayı derinden rahatsız etmişti. Ayrıca neden diğer darbelerden farklı olarak bu darbe post-modern bir darbe olarak gerçekleştirildi?
Bu makalemde 28 Şubat Post-Modern Darbesinin asıl gayesini analiz edeceğim ve o günden bugüne yaşananları tahlil ederek bu darbenin amacına ulaşıp ulaşmadığını yorumlayacağım. Takdir ise siz değerli okuyucuların olacaktır.
28 Şubat Post-Modern Darbesi
28 Şubat Darbesine post-modern darbe denilmesinin sebebi, diğer darbelerde olduğu gibi ordunun direk yönetime el koyması değil de, 18 maddelik bir karar listesi hazırlayıp ve bunun yanında medyanın da gücünü kullanarak Refah-Yol Hükümetini istifaya zorlamasıdır. Nitekim ilerleyen aylarda Refah Partisi Hükümeti istifa etmiştir.
Tabi 18 maddelik bir karar listesi hazırlanmadan evvel darbe adeta geliyorum diyordu. Ordu sürekli olarak Refah-Yol Hükümetine, özellikle Refah Partisine ve Necmettin ERBAKAN’a gözdağı veriyordu. Çünkü Necmettin ERBAKAN’ın güçlenmesiyle birlikte birçok İslami kimliğe sahip olarak gözüken tarikatlar ve cemaatler, Laiklik karşıtı söylemlerde ve eylemlerde bulunuyordu. Laiklik karşıtı söylemler ve eylemler sadece çeşitli tarikatlar ve cemaatler tarafından değil, aynı zamanda Refah Partisi içinden de zaman zaman yükseliyordu.
Bu durumda kendisini ülkenin koruyucusu olmaktan ziyade Kemalist ve Laik Rejimin koruyucusu olarak gören ve toplumun asli dinamiklerine karşı olan orduyu ise ziyadesiyle rahatsız ediyordu. Çünkü orduya göre asıl olan ülkenin güvenliğinden ziyade Laik Rejimin güvenliğidir. Çünkü onlara göre bu ülke Laik olarak yönetilmelidir. Asla Müslümanlar yönetimi ele geçirmemelidir. Çünkü Mustafa Kemal ATATÜRK ne yaptıysa o en doğrusunu yapmıştır. Onun kurduğu düzenin değiştirilmesinin teklif dahi edilmesi mümkün değildir.
Evet ülkede demokrasi vardır. Ama bu demokrasi Kemalizm ve Laiklik sınırları içerisindedir!
Ancak askeri bir darbe ile ordu ve tanklar sokağa inse, Müslümanlar her ne kadar darbe ile indirilse bile daha sonraki yıllarda daha güçlü olarak siyaset sahnesine çıkacakları muhakkaktı. Bir gün muhakkak bu ülkenin kendi genetiklerini hatırlayıp Allah’ın ipine sımsıkı sarılacakları ve Şeriat ile Hilafetin yeniden getirileceği muhakkaktı. O yüzden bu seferki darbe, diğerlerinden farklı olarak bir bildiri ile ordunun yönetime müdahale etmesi ve medyanın da gücünün kullanılarak hükümetin istifaya zorlanması şeklinde meydana geldi.
Tabi burada medya sadece hükümeti istifaya zorlayıcı propaganda faaliyetleri yapmakla iktifa etmedi. Aynı zamanda sahte tarikatlar ve düzmece senaryolarla İslami kesimlerin halk nezdindeki teveccühü sarsılmak istendi. Bu hususta yoğun kara ve gri propaganda faaliyetleri gerçekleştirildi.
28 Şubat Post-Modern Darbesi Amacı Neydi?
28 Şubat Post-Modern Darbesinin amacı sadece Refah-Yol Hükümetini istifa ettirip yerine yeni bir hükümetin kurulmasını sağlamak ve onların tarifiyle irtica tehdidini ortadan kaldırıp, sonrada dincileri devlet kadrolarından tasfiye etmek değildi. Çünkü hedef sadece bundan ibaret olsaydı, bugün irtica tehdidi ve dinciler tasfiye olsa bile, milletin İslami kesimlere gün geçtikçe teveccühü arttığından dolayı yarın daha da güçlü olarak siyaset sahnesine çıkmaları muhakkaktı.
28 Şubat Post-Modern Darbesi, sadece asıl gayenin ilk hamlesiydi. Asıl gaye ise, İslami tarikatların ve cemaatlerin halk üzerindeki teveccühüne büyük bir darbe indirmekti. Ancak bu şekilde onların tarifiyle irtica tehdidi ortadan kalkabilirdi. Gelecekte bu topraklarda yeniden Şeriat ve Hilafet tesisinin ihtimali dahi ortadan kaldırılabilirdi. Bunun içinde darbeden sonra halka kötü polis – iyi polis taktiği uygulandı.
Eğer ki tarikatlar ve cemaatler üzerine zorbalık yapılsaydı, siyasi baskılar yapılsaydı… o zaman halk nezdinde mağdur sıfatında olurlardı ve bu durumda halkın tarikatlara ve cemaatlere olan desteğinin daha da artmasına sebebiyet verirdi. O yüzden itibarlarını uzun vadede bitirmek elzemdi.
Denize Düşen Yılana Sarılır
Darbeden sonra kötü polis olan ANASOL-D Hükümeti kuruldu. Bu hükümet kısa süre içerisinde ülkede Cumhuriyet Tarihinin en büyük ekonomik krizinin yaşanmasına sebep oldu. Artık bundan sonra gelecek her hükümet halkın nezdinde adeta bir kurtarıcı olacaktı. Ancak bu işin uzun bir vadede denize düşenin yılana sarılması olarak tarif edilmesi kaçınılmaz olacaktı.
Çünkü böyle bir dönemden sonra Recep Tayyip ERDOĞAN ve AKP, siyaset sahnesine çıkmıştı. Geçmişi Milli Görüşe dayandığı içinde halk nezdinde bir kurtarıcı, bir umut olarak görülüyordu. Üstelik bir şiir okumasından dolayı birkaç ay hapiste yattığından ve siyasi yasak yediğinden dolayı tam bir mağdur olmuştu. Bu da halkın teveccühünü kazanmasında Recep Tayyip ERDOĞAN’a büyük kolaylık sağlamıştı! Recep Tayyip ERDOĞAN, halkın gözünde iyi polisti. Ama esasında denizdeki yılandan farkı yoktu!
Önemli bir soru şudur: Tarikatlar ve Cemaat üzerine baskı ve zulüm yapıp onların mağdur sıfatına bürünmesini istemeyip uzun vadede halk nezdindeki itibarlarını bitirmeyi ve ondan sonra yok etmeyi düşünenler, neden Recep Tayyip ERDOĞAN’ı bir şiirden dolayı hapse atıp siyasi yasak getirmek suretiyle onun mağdur sıfatına bürünmesine ve halkın nazarında itibar görmesine sebep olurlar? İşte burada her şey tamamen siyaset psikolojisi ile izah edilebilir! Siyaset psikolojisi bilmeyenler, bu soruya doğru cevap üretemezler!
Erdoğan liderliğindeki AKP, ilk seçimlerde iktidara geldiğinde maddiyat muvacehesinden bakıldığında ülke yaralarını hızla sarıyor gibi gözüküyordu. Ancak Erdoğan ve AKP döneminde gözlerden kaçan bir şey vardı. Erdoğan ve AKP, İslami bir siyasi parti olmaktan ziyade, dini siyasete alet eden ve gayr-i dini icraatları arka arkaya yapan bir siyasi hareketti. Üstelik ülke ekonomisin geliştiği ve büyüdüğü filanda yoktu. Bu sadece bir illüzyondu! Ancak konumuz bu olmadığı için detaya giremeyeceğim.
Siyasal İslam İlerlerken, Hakiki İslam Gerilemiştir
AKP devrinde Siyasal İslam ilerlerken, Hakiki İslam gerilemiştir. Ne yazık ki bir çok Ehli Sünnet ve Cemaat davası güden cemaat ve tarikat, AKP’nin Siyasal İslamcılık Hareketine adeta sorgusuz ve sualsiz olarak destek vermiştir ve inatla halen destek vermeye de devam etmektedir.
Onların 20 senedir idrak edemediği yegane hakikat ise, AKP devrinde İslam dininin; Ehli Sünnet ve Cemaat itikadının, insanların cemaatlere ve tarikatlara karşı olan teveccühünün ve güveninin, Allah’a olan inancının, toplumun ahlaki durumunun, dini bilgilerinin, iman kuvvetlerinin… o günden bugüne ciddi şekilde zayıflamış olduğudur.
Bugün ülkemizde ne yazık ki Ateizm, Deizm, Agnostisizm gibi akımlar hızla ve özellikle gençler arasında ciddi oranda yayılmaktadır. Bu gençlerle yapılan röportajlara bakıldığı zaman, onları dinsizliğe sevk eden yegane sebebin AKP iktidarı olan Siyasal İslam ile, bu Siyasal İslam’a sorgusuz ve sualsiz olarak destek veren tarikatlar ve cemaatler olduğunu açıkça söylemektedirler.
Ehli Sünnet ve Cemaat davası güden neredeyse hiçbir İslami cemaat ve tarikat, günümüzün güncel meselelerine karşı yeni kuşakları tatmin edici cevaplar üretememişlerdir. Hatta ne yazık ki günümüz dünyasındaki birçok terimden haberleri bile yok ya da yeterli düzeyde bilgileri bile yoktur. Bu durumda İslami kesimleri özellikle Z Kuşağı diye adlandırılan gençlerin nezdinde, çağın oldukça gerisinde kalmış izlenimini oluşturmaktadır.
Günümüz gençlerinin sorunlarına ve sorularına karşı ne yazık ki neredeyse hiçbir İslami cemaat veya tarikat çözüm üretmemektedir veya üretememektedir. Velhasıl Kelam Siyasal İslam ilerlerken, Hakiki İslam gerilemektedir. Siyasal İslam denen camiada ne kadar münafık, iki yüzlü, menfaatperest varsa toplanmış iken, Hakiki İslam’ı kuvvetlendirmesi gereken birçok Ehli Sünnet ve Cemaat olan İslami kesimler ise bunların yularına takılmış ve onların günahlarını örtmeyi, onları her halükarda desteklemeyi kendilerine dava edinmişler!
Ehli Sünnet ve Cemaat Bölünüyor!
Ehli Sünnet ve Cemaat bölünüyor! Ancak inanç olarak bölünmüyor, siyasi olarak çıkan fitneler, kara ve gri propagandalar sebebiyle bölünüyor. AKP dini siyasete alet eden Siyasal İslam Hareketidir. Öte yandan AKP, ölümü gösterip bu milleti sıtmaya razı etme propagandası ile İslami kitlelerin oylarını başarılı bir şekilde kendinde tutmuştur.
Böyle bir süreçte oylarını AKP’ye vermeyenler ise diğerleri tarafından adeta zamanla ötekileştirilmiştir. Ancak önemli olanın kulların nezdinde ötekileşmek değil, Allah’ın nezdinde ötekileşmek olduğunu acaba bu aklı evveller ne zaman idrak edecekler?
Bugün Ehli Sünnet ve Cemaat davası güden cemaatler ve tarikatlar elbette ortak bir federasyon kursalar ve Hakiki İslam dinini savunsalar, İslam dini bu ittifak ile kuvvet bulabilir. Ancak bu iradenin ortaya çıkması için Ehli Sünnet ve Cemaat Müslümanların, bir takım insanların kirli siyasetleri üzerinden birbirlerine hasımlık etmemeleri gerekmektedir. Siyasi görüş ayrılıklarını bir tarafa bırakmak gerekmektedir.
Ehli Sünnet ve Cemaat itikadına göre nasıl ki sahabeler arasında ihtilaflar olsa da, onlar arasında taraf tutmayıp hepsini seviyoruz ve muhabbet besliyoruz; aynı şekilde bugünde Ehli Sünnet ve Cemaat Müslümanlar kendi aralarındaki siyasi bir takım görüş ayrılıkları sebebiyle birbirlerine karşı su-i zan beslemeyip etle tırnak gibi birbirlerini savunmaları icap etmektedir. Hatta ilmi bir otorite kurmak için teşebbüslerde bulunmaları ve günümüzdeki fikri kaosu sonlandırmaları gerekmektedir. Bu konuda ciddi ilmi çalışmalar ortaya koymaları, milleti ilim ile aydınlatmaları gerekmektedir.
28 Şubat Post-Modern Darbesi ve akabindeki gelişmeler, hiç şüphesiz ki Siyasal İslamcılık silahı ile bu ülkede Müslümanları birbirine küstürmüştür. Aynı şekilde yeni nesillerinde İslam dinini yanlış yorumlayıp dinden soğumasına ve mürtet olmasına sebep olmuştur. 20 yıllık süreçte halkın İslami kesime olan teveccühü ve güveni önemli ölçüde yerle yeksan olmuştur.
FETÖ Büyük Bir Projeydi!
Türkiye’de İslami cemaatlerin ve tarikatların, milletin nezdinde teveccühünün ve güveninin sarsılması için öyle hadiseler vukua gelmeliydi ki; millet İslam’ı gönüllü olarak yıkmalıydı. Üstelik bunu yaparken de din ve vatan için bunu yaptığına inanmalıydı! Bunun içinde, süreç içerisinde aşama aşama milletin nezdinde tarikatların ve cemaatlerin itibarı zedelenmiştir. Altın vuruş ise FETÖ’nün 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirdiği darbe ve iç savaş teşebbüsü olmuştur.
Onlarca yıldır İslami bir cemaat kisvesiyle adeta bir Truva Atı gibi kendisini Müslüman olarak gösteren FETÖ yapılanması, daha evvelki siyasilerle de birlikte olmakla beraber, AKP ile adeta etle tırnak gibi yakın ilişkiler içerisinde olmuştur. AKP devrinde Fethullah GÜLEN Cemaatine girmek, onların okullarında ve dershanelerinde okumak bir ayrıcalıktı ve devlete kapak atmak isteyenler bu yapılanmanın eğitim kurumlarına giriyorlardı.
Ta ki AKP ile FETÖ arasında ki iktidar mücadelesi dışa yansıyıncaya kadar her şey yolunda gibi gözüküyordu. FETÖ evvela 17-21 Aralık 2013’te AKP’nin yolsuzluklarını ortaya döktü. Ardından AKP ve FETÖ arasındaki mücadele kızıştı ve iş en son 15 Temmuz 2016’da FETÖ’nün darbe ve iç savaş teşebbüsüne kadar gitti. Ancak 15 Temmuz tarihine kadar ise halen daha bu sözde cemaatin münafık bir yapılanma olduğunu idrak edemeyen sayısız insan vardı.
Kendisini en başından beri İslami bir cemaat olarak takdim eden FETÖ, bu kimliği ile ülkede darbe ve iç savaş teşebbüsüne kalkışınca ve daha önemlisi gerek halkın üzerine, gerek resmi kurumlara ve güvenlik güçlerine ve gerek TBMM’ye bombalar yağdırınca; halk nezdinde bütün tarikatlar ve cemaatler potansiyel yeni FETÖ’ler olarak değerlendirildi. Özellikle Kemalist-Sol kesim tarafından bunun yoğun gri propagandası yapılmaya başlandı ve günümüzde bu gri propaganda faaliyetleri halen yoğun olarak devam etmektedir.
28 Şubat 1997 Post-Modern Darbesi ile başlayan süreç, aradan geçen 25 yılda önemli ölçüde amacına ulaşmıştır. Çünkü buradaki maksat İslami kimliğe sahip bir siyasi partiyi hükümetten uzaklaştırmak ve 18 maddelik bildiriyi kabul ettirmek değildi. Asıl amaç tehdidin kökünü kurutmaktı. Geriye bir tek Altın Vuruş diyebileceğim son hamle kaldı diyebiliriz!
Amaç İslami Cemaatlerin ve Tarikatların İtibarını Yıkmaktı!
Laiklik ve Kemalizm savunucusu olan orduya göre cemaatler ve tarikatlar, Laiklik ve Kemalizm için büyük bir tehditti ve önlem alınmazsa yakın gelecekte ülkede salt çoğunluk İslami tarikatlara ve cemaatlere bağlı olacaktı ve bu durumda ülkede kaçınılmaz olarak Kemalizm ve Laik düzenin yıkılıp, yerine Hilafet ve Şeriat nizamının gelmesine sebep olacaktı.
Bu gidişata dur demenin tek yolu ise, halkın nezdinde gün geçtikçe cemaatlere ve tarikatlara olan teveccühün ve güvenin kırılmasını sağlamak ve en nihayetinde halkın bu cemaatlere ve tarikatlara düşman olmasını sağlamaktı.
Birçok İslami cemaatler ve tarikatlar en başından beri FETÖ’nün münafık bir yapılanma olduğunu biliyordu ve gerek siyasileri, gerekse milleti bu konuda da çokça ikaz ediyordu. Ancak FETÖ’nün gerçek yüzünü görebildikleri gibi AKP’nin de gerçek yüzünü göremediler. Bir yandan bir batıla karşı cephe alırken, diğer yandan şaşırtıcı bir şekilde daha büyük bir batılı ise ölümüne desteklediler.
Bu vahim hata ise İslami cemaatlerin ve tarikatların halk nezdindeki itibarını büyük oranda yıkmakla kalmayıp, bunlara şahit olan yeni nesillerin fevç fevç Ateizme, Deizme ve Agnostisizme kaymasına sebep olmuştur. Ayrıca Müslümanlıkla yoğrulmuş ve şehit kanlarıyla sulanmış bu vatan topraklarında özellikle son yıllarda İslam Düşmanlığı artış göstermiştir. Üstelik bu İslam düşmanlığı ve dini değerlere saldırılar açıkça ve cesurca gerçekleştirilir olmuştur!
AKP Devri Kapandıktan Sonra Ne Olacak?
AKP devri boyunca Siyasal İslam ilerlerken, Hakiki İslam geriledi ve İslami cemaatlerle tarikatların halkın nezdinde olan teveccühü ve güveni ciddi oranda sarsıldı. Aynı zamanda ise özellikle yeni nesiller arasında dinsizlik yaygınlaştı ve ve gençler fevç fevç mürtet oluyor. Tüm bunların yanında özellikle son yıllarda Müslüman bir ülkede enteresan bir şekilde İslam Düşmanlığı hızla yaygınlaşıyor.
İşte tam böyle bir dönemde aynı zamanda AKP’de halk nezdinde ki desteğini maddi sebeplerden dolayı hızla kaybediyor. AKP’nin kaybetmesi demek ise, kuvvetle muhtemel Kemalist ve Sol kesimlerin güçlenmesi demek olacaktır.
Peki Kemalist ve Sol kesim iktidara gelirse ne olacak? Elbette ki ülkedeki İslam Düşmanlığının daha da artması ve Müslüman Kesimlerin bir takım siyasi zulümlere ve toplumsal zulümlere maruz kalması kuvvetle muhtemeldir. Ancak 20 yıl boyunca batılı ile Hakkı yıkmaya çalışan Siyasal İslamcılara destek veren Ehli Sünnet ve Cemaat kesimler, bu zulümden en büyük zararı göreceklerdir.
Resul-ü Ekrem Aleyhisselam bir hadis-i şerifinde şöyle buyurdular:
“Kim, batılı ile Hakkı yok etmek isteyen bir zalime yardım ederse, muhakkak Allah-ü Teâlâ’nın zimmeti ve Resul’ünün zimmeti (himâye ve muhafazası) o kimseden kalkar.” (Münâvî, Feyzu’l-Kadîr)
İşte batılı ile Hakkı yok etmek isteyen Siyasal İslamcı AKP’yi destekleyenler vakti geldiğinde nice belalara müstahak olabilirler. Bütün batıllara, bütün haramlara, bütün günahlara ve bütün hatalara karşı üç maymunu oynayıp günahlarını örtmeyi kendine vazife edinenler, bu amellerden dolayı Allah’ın himayesinde olmayabilirler. Doğrusunu Allah bilir!
Elbette ki her daim batılın karşısında duran ve onların zararlarından bir nebze olsun bu milleti ve İslam’ı korumak için çaba gösterenlerde birçok belalardan nasiplerini alırlar. Bu durum ise onlar için bir imtihan olur ve zayıf olanlar aralarından elenirler. İmtihanı geçenleri ise Allah mükafatlandırır. En nihayetinde Hak ve Hakkın safında olanlar muzaffer olur.
Enbiya Suresi’nin 18. Ayetinde Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor:
“Bilâkis biz, hakkı batılın başına çarparız da onun işini bitirir; bir de bakarsınız ki batıl yok olup gitmiştir. (Allah’a) yakıştırdığınız sıfatlardan dolayı yazıklar olsun size!”
Elbette uzun soluklu imtihanlar silsilesinin neticesinde Hak kazanacaktır. Türkiye’de her ne kadar gittikçe artan mürtetlik, gittikçe artan İslam düşmanlığı, gittikçe artan tarikat ve cemaat düşmanlığı olsa bile… eninde sonunda her daim Hak yol üzere kalmayı başaranlar bu işin sonunda alnı ak olarak çıkacaklar ve Hak galip gelecektir. Zira Allah vaadinden dönmez!
Abdullah İbn Mes’ud Hazretleri:
“İmma-a (eyyamcı) olmayın!” buyurdu. Oradakiler “imma-a nedir?” dediler. O da şöyle dedi: “Ben insanlarla beraberim, eğer onlar doğru yolu bulurlarsa ben de bulurum, eğer saparlarsa ben de saparım.” Demektir. İyi bilin ki, insanlar kâfir olsa da ben kâfir olmam demeyi içinize yerleştirin.” (El-Muhtar, s. 82.)
Müslümanlar her ne olursa olsun Hak yoldan taviz vermemelidir. Başımıza ne geldiyse Hak yoldan taviz vermekten gelmiştir. Allah cümlemizi doğru yola iletsin! 28 Şubat 1997’den günümüze analizim bu şekildedir. Asıl gaye İslam’ın ve Müslüman kesimlerin öncelikle itibarlarını yok etmek, sonrada kendilerini yok etmektir. Ancak Allah-ü Teâlâ, plan kurucuların en hayırlısıdır!