Akl-ı Selim Bir Sultan: “İbrahim Han”

Akl-ı Selim Bir Sultan: “İbrahim Han”

Akl-ı Selim Bir Sultan: “İbrahim Han” Günümüzde insanların büyük bir çoğunluğu; her alanda, hemen hemen her konuda yorum yapar, fikir sunar, bildiklerinin doğruluğundan emin olmadan, savundukları hususlarda ısrar ederler. Spor konusunda, tıp konusunda olduğu gibi tarih ilminde de konuşur, hiç kitap okumadan internetten öğrendiği üç beş bilgi ile tarihi yorumlar, hatta şahsiyetleri yargılamaktan çekinmezler. Tarih cahilleri çoğu kez ezbere konuşur, bilmedikleri konularda ısrar eder, yazılanların gerçek olup olmadığını araştırmadan savunmaya geçerler. İşin en acı ve garip yanı da; bahsi geçen kişiyi sevmiyorlarsa, ya da sevmek işlerine gelmiyorsa; belgeye, kaynağa bakmaksızın hakaret ve iftira dolu cümleleri sıralamakta bir mahsur görmezler.

Vakanüvislerimiz bizlere sadece tarih ilmini değil, tarihi şahsiyetlere hakaret etmemeyi de öğrettiler. Velev ki düşmanımız olsun! Önce edeb, illâ edeb! Osmanlı sultanlarına; ayyaş, deli, aptal, züppe, kadın düşkünü, enayi vb. lakaplar (20.yy başlarından itibaren) takıp, ardından onlara lanet okumak da nedir? Ben söyleyeyim; oryantalistlerin attıkları iftiraların sınırlarını zorlamak, edebin zerresine sahip olmamak ve haddi aşmaktır. Bizim her birine dua edip, arkalarından rahmet okuduğumuz Osmanlı Sultanları kendi düşmanlarına bile hakaret etmemiş, edeni hoş görmemişlerdi.

Bugün Ayasofya Camii avlusunda medfun olan ve Osmanlı sultanlarının içinde en çok iftiraya maruz kalan isimlerden biri de Sultan İbrahim Han’dır. Sultan İbrahim Han kendi dönemi dahil, birçok iftiraya maruz kalsa da, ona atılan “deli” iftirası için çok uzağa gitmeye gerek yok. Nitekim bu iftiranın atıldığı tarih daha bir asırı bulmadı. Devlet-i Aliyye’yi, dolayısıyla Osmanlı sultanlarını kötülemek ve onları millete kötü göstermeyi meslek edinen insanlar her bir Osmanlı sultanına lakaplar taktılar. Bunları yaparken yabancı eserleri kaynak gösterdiler. En zayıf rivayetleri bile en güvenilir kaynaklar olarak göstermeyi de ihmal etmediler.

İşte bu iddia ve iftiralardan en bilineni Sultan İbrahim Han’a takılan “deli” lakabı idi. Bu iftira önceleri ders müfredatlarında yerini buldu, daha sonra abartılı romanlara konu oldu… Ardından; 1968 yılında hayal mahsulü bir film çekildi. Adı “Anjelika ve Deli İbrahim” idi. Bu film o kadar abartılıdır ki, bu konuda yazılan oryantalist kitapları geride bırakır. Bu filmi İslam düşmanı Avrupalılar yapmadı, yerli dediğimiz Yeşilçam yaptı! Baştan sona tek bir doğrusu olmayan ve hayal mahsulü olan bu film; tarihe, tarih sevenlere ve ecdadına saygı duyan insanlara büyük bir hakarettir.

Sultan İbrahim Han’a atılan iftiralar ne zaman başladı?

Daha saltanatının ilk senesinde Emir Güneoğlu meselesi ortaya çıkmıştı. Sultan İbrahim Han’ın ağabeyi Dördüncü Murad Han; 1635 yılındaki İran-Revan seferinde, Revan kalesini fethedip, kale kumandanı Emir Güneoğlu (Mirgünoğlu) Yusuf Paşa’yı esir olarak İstanbul’a getirmişti. Burada Dördüncü Murad Han’dan af dileyen Mirgünoğlu, mezhep değiştirerek Osmanlı safına geçtiğini söylemiştir. “Tahmasb-kuli-Han” ismi “Yusuf Paşa”ya çevrilen Mirgünoğlu, şiilik propagandaları yapmaması şartı ile Emirgan’da kendisine bir konak verilerek serbest bırakıldı. Bugün Boğaz’da Emirgan olarak bildiğimiz yer, ismini Emirgüneoğlu’ndan almıştır. Bu Mirgünoğlu, sefahate düşkün bir adamdı. Sultan İbrahim Han dönemine kadar, biraz da sıkıyönetim korkusundan faaliyete geçmeyerek bekledi.

Sultan İbrahim Han tahta geçer geçmez bölücü ve yıkıcı faaliyetlerine başladı, çevresine adamlar toplayıp devlet ve sultan aleyhinde konuşmaya da devam ediyordu. Bu adamın şiilik propagandaları, sefih ve ahlaksız hareketleri tespit edildi ve 15 Temmuz 1641’de idam edildi. Sultan İbrahim Han’ın bu hareketi Mirgünoğlu taraftarlarını kızdırdı, ona ve eşi Turhan Sultan’a birçok iftiralarda bulundular. Mirgünoğlu’nu da “Kesik baş Evliya” diye propagandasını yaptılar.

Sultan İbrahim Han’ı “Deli” ve “Gaddar” lakabı ile anan ve adının öyle yayılması için çalışanlardan büyük bir kısmı da, İbrahim Han’ın, memleketin huzuru için öldürttüğü İranlı şii Kesik baş Mîrgünoğlu’nun adamlarıdır.

Yazımızın başında belirttiğimiz gibi 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde takılan deli lakabı zayıf rivayetlerden ve mesnetsiz iddialardan faydalanarak takılmıştı. Örneğin; Mirgünoğlu hadisesinde, Şiilerin iddia ve iftiraları muteber midir?

Gerçekleri araştırmak ve bulmak yerine, deli olmasına kanıt arayan, kılıfına uydurmak isteyen o kötü niyetlilerin bir diğer faydalandıkları kaynak ise: “Zeyl-i Ravzat-ül Ebrâr” isimli kitaptır. Kitabın müellifi de Sultan İbrahim Han’ı tahttan indirenlerin başında gelen Karaçelebizade Abdülaziz Efendi’dir. Tahttan indirmek için bir takım bahanelere ihtiyaç vardı. Yoksa hangi gerekçe ile, sekiz sene koca devleti yöneten bir sultanı tahttan indirip şehit edeceklerdi? Halka bu nasıl yansıyacaktı? İşte bu kitapta da, tahttan indirilmesine bahane olarak; rahatsız olduğu ve devlet yönetiminde zayıflıklar gösterdiği yazar. Fakat bunu, yani akli muvazenesinin bozuk olduğunu iddia eden tek kitaptır.

Evliya Çelebi; seyahatnamesinde, Sultan İbrahim Han için “Şehit Sultan İbrahim Han” diyerek bahseder. Peki, son yüzyılda atılan iftiralardan, ona takılan deli lakabından ve nesillere yanlış anlatıldığından bahsetmişken, bizim arşivlerimiz, kaynaklarımız, eserlerimiz bu konu hakkında ve Sultan İbrahim Han hakkında ne yazıyorlar, bir de buna bakalım. Osmanlı’nın ilk resmi tarihçisi; “Mustafa Naima Efendi” eserinde anlattığı hususlar bize onun bir deli değil, tam aksine akl-ı selim ve milletini düşünen bir sultan olduğunu kanıtlıyor. Örnek verecek olursak;

“Sultan İbrahim Han’ın devlet işlerini yürütmekte ağabeyi Sultan Murad kadar hiddetli olmayıp bazı konularda olayların iç yüzünü öğrenmeye çalıştığı görülür. Mesela Yusuf Paşa ile Sadrazam Sultanzade Mehmed Paşa arasındaki anlaşmazlıklara her ikisini de huzura alıp dinlemiş ve kararını ondan sonra vermiştir.” (Naima, c.4, s.1719.)

     Mustafa Naima efendinin yazmış olduğu bu hadise bile Sultan İbrahim Han’ın ne derece aklı başında olduğunun ve mantıklı kararlar verdiğinin bir kanıtı değil midir? Burada olayın iç yüzünü öğrenmek için her iki tarafı da dinlediği ve kararını daha sonra verdiği aktarılıyor…

Gayet aklı başında bir insana “deli” lakabını takmak için bambaşka bahaneler de bulmuşlardı. Bunlardan biri Sultan İbrahim Han’ın “Samur Kürk” merakının olması. Dönemin koşullarını, saray halkının ve toplumun giydiği kıyafetleri bilmeyenler bu tuzağa kolay düşmektedirler. Önce dönemin çok sert geçen kışı ve insanların çektikleri sıkıntıları bir anlatalım…

1621 yılında, Sultan İbrahim Han o zamanlar altı yaşında iken yoğun bir kar yağışı günlerce sürmüş, şiddetli kış hayat şartlarını olumsuz yönde etkilemişti. Öyle ki; 9 Şubat günü İstanbul Boğazı donmuş, insanlar Eminönü’nden Üsküdar’a yürüyerek gidip geliyorlardı. Bu şiddetli geçen kış sonraki yıllarda da devam etti. Gerek sarayda, gerek toplumda samur kürke rağbet artmış, insanlar için bu artık ihtiyaç haline gelmişti.  1655-1656’da Türkiye’yi gezen J. Thevenot gördüklerini kaleme aldığı seyahatnamesinde; “İstanbul’daki insanların manto üzerine kürk giydiklerini ve orta halli olanların dahi samur bir kürke sahip olmak için seve seve dört veya beş yüz kuruş sarf ettiklerini” yazmıştır.

Görüldüğü üzere samur kürk alımı merak veya gösterişten değil, mecburiyetten idi. Topkapı Sarayı; İstanbul’un, birinci ve en önemli tepesinde bulunmaktadır. Sarayburnu kıyısından yükselen tepenin üzerinde, yoğun kış şartlarında, rutubetli bir ortamda yaşamak anlatıldığı gibi basit değildir. Ayrıca Sultan İbrahim Han Samur kürklerin tamamını kendisi için değil, saray halkı için aldırmıştı. Bu kürk olayını da deliliğine bağlayacak kadar akıl sağlığı yerinde olmayan insanlar var ne yazık ki…

Deliliğine kılıf arayanların diğer bir iddiası da ortalığa para saçması idi. Bu Avrupalı toplumlarda deliliktir. Biz de ise bir merasimdi ve bu merasim sadece Sultan İbrahim Han’a has bir durum da değildi. Sultanların birçoğu bu adeti yerine getirmişti. Sefer dönüşünde, sünnet ve düğün merasimlerinde sultanlar para saçarlar, öğrenciler yerlerden bu paraları toplarlardı. Bu bizim kültürümüzde, yani toplumda da var olan bir uygulamadır. Damatlar da düğünlerinde para saçarlar, çocuklar o paraları yerlerden toplar… Tabii kültürümüzden uzaklaşıp Avrupalı gibi yaşadığımız bu zamanlarda, bu tarz güzel uygulamaları da yavaş yavaş unutuyoruz ne yazık ki…

Bir de günümüzde çok konuşulan bir husus var. Neymiş efendim? Sultan İbrahim Han ve Birinci Mustafa Han akli dengeleri bozuk olduğundan Ayasofya’nın vaftizhanesine defnedilmişler. Bunu ilk duyduğumda epey bir gülmüştüm. 1453 yılında camiye çevrilen bir mabedin içinde vaftizhaneden bahsedilir mi? Ayasofya Camii kapısının yanına defnedildiğini söylemek daha doğru olur. Üstelik diğer Osmanlı Sultanları arasında Ayasofya gibi bir mabede en yakın defnedilen iki sultandır.

Sultan İbrahim Han kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre çok cömert; adil ve merhametli bir sultandı. Milletini düşünür, haksızlıklara karşı asla sessiz kalmazdı. Topkapı Sarayı’nın Haliç’e bakan avlusuna bir “Kameriye” yaptırıp, eşi Turhan Sultan ile birlikte iftarını açacak kadar nazik, düşünceli bir insana atılan deli iftirası ve bu iftiralara arka çıkarak savunanlar nasıl hesap vereceklerini bir dakika olsun düşünmüyorlar mı?

Biz üzerimize düşeni yerine getirip akl-ı selim ve adil bir insan olan Sultan İbrahim Han’ı size kısa da olsa anlatmış olduk. Lütfen ön yargılı düşüncelerimizden, batının bize dayattığı palavralardan ve kaynaksız konuşmaktan artık vazgeçelim…

Selam ve muhabbetlerimle…

Yazan - Serhat Arvas

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir