Allah mekandan münezzehtir, Allah zamandan münezzehtir, Allah yaratılmış olan her şeyden münezzehtir. Kısacası Allah akla gelen her şeyden münezzehtir. Akla ne gelirse gelsin o kesinlikle Allah değildir. Çünkü akıl, Allah’ın zatını anlamaktan acizdir. Bu sebepten Allah’ın zatı hakkında düşünmek caiz değildir.
Allah’a; insanlarda ve diğer bütün yaratılmışlar da olduğu gibi el, ayak, göz, kulak… isnat etmek caiz değildir. Allah görür ama bizim aklımızda tasavvur ettiğimiz şekilde değil, Allah duyar ama bizim aklımızda tasavvur ettiğimiz şekilde değil! Allah’ı biz tasavvur edemeyiz. İnsan aklının gücü buna yetmez ve yaratılmış hiçbir şeyi Allah’a benzetemeyiz ya da Allah’a kıyas edemeyiz.
Bu Kainat yokken Allah Azze ve Celle vardı. Kainatın yaratıcısı olan Allah’ı, Kainatın içindeki hiçbir kavramla, hiçbir ölçüyle, hiçbir nesneyle, hiçbir canlıyla kıyas edemeyiz veya benzetemeyiz.
Cenab-ı Allah Tebâreke ve Teâlâ, İhlas Suresi 4. Ayet-i Celilesinde şöyle buyurmaktadır:
“O’nun dengi hiçbir şey yoktur.”
Yani, hiçbir şey yokken Allah Azze ve Celle vardı. Kainat ve içindeki her şey sonradan yaratıldı. Sonradan yaratılan hiçbir şeyde Allah’a denk değildir ve Allah Celle Celâlühü ile kıyas dahi edilemez.
Allah mekandan münezzehtir deyince İbni Teymiyye’nin müritleri olan Vehhabiler, “Allah arşı istiva etti” ayet-i kerimesini delil göstererek Allah’ın gökte olduğunu iddia ediyorlar. Onlara göre Allah mekandan münezzehtir diyen kişi kafir olur. Oysaki mekanla kayıtlı olan insanın mekandan münezzeh olma kavramını anlaması çok zordur. Çünkü Kainat bir mahluktur. Kainatın içinde var olan mekan kavramı da bir mahluktur. Yani sonradan yaratılmıştır.
Allah ezeli ama madde ezeli değildir. Yani maddenin başlangıcı ve sonu vardır. başlangıcı ve sonu olan madde yokken Allah neredeydi? İşte insan aklı bunu anlayamaz. O yüzden insan aklı Allah’a mekan isnat edemez. Ehli Sünnet ve Cemaat akaidine göre Allah Azze ve Celle, zatıyla hiçbir yerde olmadığı halde, isim ve sıfatlarıyla her yerdedir. Zatı hakkında düşünmek caiz değildir. Çünkü insan aklı Allah’ın zatını anlamaktan acizdir.
Allah Tebâreke ve Teâlâ ayetinde böyle buyurduğu halde kim müteşabih ayetlerden yola çıkarak Allah’ın zatını yaratılmışlara benzetme cüretini gösterebilir? Şüphesiz ki Allah’ın Âl-i İmrân Suresi 7. Ayetinde buyurduğu gibi kalplerinde eğrilik olanlar müteşabih ayetlerin peşine düşerler ve kendi nefislerine göre bu ayetleri yorumlarlar. Allah kalpleri eğri olanlardan olmaktan cümlemizi muhafaza eylesin.
İmam-ı Azam Ebu Hanefi Hazretleri Allah Gökte Dedi mi?
Harici, Selefi, Vehhabi, İbni Teymiyyeci… adına her ne derseniz deyin. Ben genel bir isim olarak bu makalemde İbni Teymiyyeci diyorum. Bu İbni Teymiyyeci tayfa, İmam-ı Azam Hazretlerinin “Allah göktedir!” dediğini iddia etmektedirler. Lakin bu iddiaları ile açıkça iftira etmektedirler.
İmam-ı Azam Hazretleri, el-Fıkhu’l Ebsat isimli eserinde:
“Rabbim gökte mi yoksa yerde mi olduğunu bilmiyorum.” diyen kimse kafir olmuştur. Aynı şekilde; “Allah Arş’ın üzerindedir, Arş’ın gökte mi yerde mi olduğunu bilmiyorum.” diyenin durumu da böyledir.
İbni Teymiyye ve müritleri, İmam-ı Azam Hazretlerinin bu sözünden yola çıkarak onunda kendileri ile aynı itikatta olduğunu iddia ederek Allah’ın arşta olduğunu dediğini söylerler. Oysaki İmam-ı Azam Hazretleri aynı eserinde şöyle demektedir:
“Yaratılmadan önce mekan yoktu, halbuki Allah vardı. Mahlukatın hiçbiri yokken, ‘nerede’ mefhumu mevcut değilken Allah vardı. O her şeyin yaratıcısıdır.”
İmam-ı Azam Hazretleri, El Vasiyye isimli eserinde ise şöyle demektedir:
“Allahü Teâlâ, kendisi için bir ihtiyaç ve istikrar (yerleşme ve oturma) olmaksızın arşa istiva etmiştir. O, Arş’ı da diğer mahlukatı da korumaktadır. Eğer Arş’a ve bir yerde yerleşip oturmaya muhtaç olsaydı, tıpkı mahluklar gibi Alemi yoktan yaratmaya ve idare etmeye muktedir olamazdı. Bir mekanda muhtaç olsaydı, Arş’ı yaratmadan önce Allah neredeydi? Yüce Allah bundan münezzehtir.”
Yine El Vasiyye isimli Eserinde şöyle demektedir:
“Cennet ehlinin Allah’a keyfiyet, teşbih ve cihet olmadan mülaki (Allah’a kavuşmaları) olmaları haktır.”
İmam-ı Azam Hazretlerin bu eserlerinde yazan tüm bunlar gösteriyor ki, İmam-ı Azam Hazretlerinin itikadı ile, bugün kendilerini Selefi olarak tanımlayan bozuk itikatlı sahtekar ve iftiracı olan kısa akıllıların zerrece bir alakası yoktur. Onlar, İmam-ı Azam Hazretlerinin dediklerini bilerek yanlış yorumlayarak kendi bozuk itikatlarına adam devşirmeye çalışmaktadırlar. Ancak güneş gibi parlak delillerle sabit olduğu üzere, İmam-ı Azam Ebu Hanefi Hazretlerinin akaidi, bizimde inandığımız ve savunduğumuz Ehli Sünnet ve Cemaat akaididir.
Onlar kendilerinin Selef-i Salihin akaidi üzerine olduklarını iddia etmektedirler. Ancak Tâbinden olan İmam-ı Azam Ebu Hanefi Hazretleri onları yalanlamaktadır. Allah’ın ayetleri de onları yalanlamaktadır. Allah İmam-ı Azam Hazretlerinden razı olsun. Ne mutlu onun mezhebinden olanlara, ne mutlu İmam-ı Şafi Hazretlerinin, İmam-ı Hanbeli Hazretlerinin, İmam-ı Maliki Hazretlerinin mezhebinden olanlara, ne mutlu itikatta İmam Maturidi Hazretlerinin ve İmam Eş’arî Hazretlerinin mezheplerinden olanlara… Allah cümlesinden razı olsun.
Muhammed el-Pezdevî Hazretlerinin Görüşleri
Pezdevî Hazretleri, Ehl-i Sünnet Akaidi eserinde, Allah’ın Mekandan Münezzeh, Uzak Oluşu meselesini değerlendirmiştir. Eserindeki bu kısımdan sadece kısa iki alıntı yapmakla iktifa edeceğim. Zira tamamen alıntı yapsam makale çok uzun olacaktır. Pezdevî Hazretleri:
“Gökte İlâh olan O’dur, yerde İlâh olan O’dur…” (Zuhrûf Suresi, 84. Ayet) buyurulmaktadır. Söz konusu naslar Allah’ın muradının mekan beyanı olmadığını bizlere gösteriyor. Bunlardan muradın Allah daha iyisini bilir, Allah’ın arşı ve tüm âlemi ihata ettiğidir.
Yine aynı mevzunun geçtiği başka sayfada ise Pezdevî Hazretleri şu şekilde izah yapmıştır:
“Biz O’nu mübarek bir gecede indirdik” (Duhân Suresi, 3. Ayet) ayetiyle ilgili olarak şöyle deriz: Yüce Allah’ın kitabı arştan dünya semasına bir defada toptan, oradan da Hazret-i Peygamber’e (s.a.v.) kısım kısım inmiştir. Hazreti Peygamber’in (s.a.v.) miracına gelince; o, Allah, âlemin üstünde olduğundan dolayı urûc etmemiştir, fakat mi’rac ona şeref vermek, kudretinin eserlerini göstermek içindir. Nitekim Hz. Musa’ya (a.s.) göğe mi’rac emredilmedi, ama Tûr Dağına çıkması emredildi. Oysa Allah Teâlâ, Tûr Dağının üzerinde değildi, ama ona bir şeref vermek için bir mekan belirledi. Hz. Peygamber (s.a.v.) hakkında da durum aynıdır. Aynı şekilde insanlara Kâbe’yi ziyaret emredilmiştir. Halbuki onların Kâbe’yi ziyaretlerinde Allah, Kâbe’de onların önünde değildir, ama insanların Kâbe’yi ziyaretleri Allah Teâlâ’yı tâzim ve hürmet içindir. İnsanların ellerini semaya kaldırmaları, göğün rahmetin iniş yeri olmasından dolayıdır. Bununla birlikte insanlar kulluk etme yönünden bununla emredilmiştir. Nitekim namazda da ibâdet yönünden Kâbe’ye dönmek onlara emredilmiştir.
Bu konuda onların Allah’ın âlemi yönlerinden bir yönde yarattığını iddia etmeleri doğru değildir. Çünkü cihet mekandan bir kısımdır. Oysa Allah Teâlâ mekandan uzaktır. Âlemi bir mekanda yarattığı halde Allah’ın bir cihette olması düşünülemez. O halde onların görüşleri muhaldir…
İbni Teymiyye’nin Arş İsimli Kitabı
İbni Teymiyye’nin Arş isimli bir kitabı vardır. Tekıyyüddin Sübkî bu kitap hakkında, İbni Teymiyye’nin en kötü kitabı olduğunu söylemiştir. Ebû Hayyân, İbni Teymiyye’nin bu Kitabü’l Arş kitabına vakıf olunca, ölünceye kadar ona lanet etmiştir. İbni Teymiyye bu kitabında şöyle demektedir:
“Allah arş üzerinde oturmaktadır. Boş bir yer daha bırakmıştır ki orada da Resulüllah (s.a.v.) onunla birlikte oturur.”
İbni Teymiyye ve peşine takılan müritleri her zaman kendilerinin Selef-i Salihin yolunda olduklarını söylerler. Yani Ashab-ı Kiram, Tâbin ve Tebe-i Tâbin yolunda olduklarını söylerler. Ancak ne Kuran-ı Kerim’de, ne Sünnet-i Seniyye’de, ne Ashab-ı Kiram’da, ne Tâbin’de, ne de Tebe-i Tâbin’de bu şekilde kaynak mevcut değildir. Yani Allah’ın arşta oturduğunu ve Resulüllah’ın da (s.a.v) onunla birlikte oturduğunu hiç kimse zikretmemiştir. O halde bu iddia tamamen İbni Teymiyye’nin kendi aklıyla uydurduğu bir yalandan ibarettir.
Üstelik yukarıda zikrettiğimiz üzere İmam-ı Azam Ebû Hanefi Hazretlerine (rahmetullahi aleyh) atılan iftirayı, bizzat İmam-ı Azam Hazretlerinin kendi eserleriyle çürüttük. Ayrıca İmam-ı Azam Hazretleri hem Tâbin’den ve muttefegun aleyh olarak sabit olduğu üzere müçtehittir. Mezhebine en çok tabii olunandır. Bizde mezhebine tabii olmakla bahtiyar olduk. Ahirette de inşallah bahtiyar olacağız. Oysaki Ümmet-i Muhammedin en faziletlileri olan Selef-i Salihine iftira atanlara, onları bâtıl davalarına ortak etmeye çalışanlara ahirette acaba bahtiyarlık var mıdır?
İmam Malik (rahmetullahi aleyh) Hazretlerine birisi gelip, “İstiva nasıldır?” Diyerek Taha Suresi, 5. Ayet-i Kerimesinde geçen istiva kelimesini sormuştur. İmam Malik Hazretleri ise şöyle cevap vermiştir:
“İstiva malum, keyf makul değil; buna inanmak vacip ve bu soru bidattir. Sanıyorum ki sen sapık bir adamsın.” (Ed-Dârimî, Er Redd Ale-l Cehmiyye)
Verdiği cevaptan sonra bu soruyu soran adamı huzurundan kovdurmuştur.
Hazret-i Ömer’in halifeliği döneminde adamın birisi gelip Halife Hazret-i Ömer’e, müteşabih iki ayetin manasını sormuştur. Hazret-i Ömer (radıyallahü anha) ise adamın kafasına elindeki değnekle vurmuştur.
Yukarıda da zikrettiğimiz üzere Âl-i İmrân Suresi 7. Ayetinde, müteşabih ayetlerin peşine ancak kalpleri eğri olanların düştüğü ve kendi nefislerine göre bu ayetleri yorumladıkları açıkça belirtilmiştir. İbni Teymiyye ve müritleride, bu ayet-i kerimede işaret ettiği gibi kalpleri eğri olan kimselerdir. Çünkü onlar müteşabih ayetlerin peşine düşüp kendi nefislerine göre bu ayetleri yorumlamıştır.
Allah cümlemizi, doğru yolun sapık kolların münezzeh sırat-ı müstakim olan Ehli Sünnet ve Cemaat yolunda daim ve kaim eylesin!