Bidat Ehli Akımlar ve Zararları

Bid’at Ehli Akımlar ve Zararları

Bugün Bid’at Ehli Akımlar ve Zararları adlı bu yazıda nifak ve fitneden başka hiç bir amacı olmayan ehli bid’at cereyanların Dünya Müslümanlarına verdiği zararlardan bahsedeceğiz. Sizde takdir edersiniz ki, Kutlu Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra bu enkazdan tüm Müslüman Dünyası etkilendi ve derin yaralar aldı. Bugün bile halen bu yaralar daha da derinleşmektedir. Bunun en temel sebebi ise Müslüman Dünyası bir asırdır hatta biraz daha fazla zamandır hem siyasi otorite olarak, hem ilmi otorite olarak zayıf duruma düşmesidir. İslam tarihine baktığımız zamanda şunu ibretle görüyoruz ki, Müslümanlar ne zaman siyasi veya ilmi olarak zayıf duruma düşseler, İslam esaslarına aykırı olan ehli bid’at cereyanları ortaya çıkıyorlar ve nüfuslanıyorlar. Akabinde ise Müslümanların başına bela oluyorlar ve ilmi olarak zayıf Müslümanlarında itikatlarını bozarak kendi saflarına çekiyorlar. Temelde yaptıkları şey ise isyan ve anarşi!

Ancak günümüzde ki durum geçmiştekinden çok daha farklıdır. Geçmişte bu tip ehli bid’at cereyanları dış etkiden neredeyse tamamen bağımsız olarak ortaya çıkıyordu. Ama günümüzde Batılı devletler ve özellikle Büyük Britanya ve ABD’nin geliştirdikleri psikolojik harp stratejileri ile tamamen dış etkenler neticesinde planlı bir şekilde ortaya çıkıyorlar ve dış destekle daha etkili hale geliyorlar.

Yani bugün Siyonist Yahudi güdümlü Batılı devletlerin bilinçli stratejileriyle İslam kendi içindeki virüsler üzerinden zayıflatılmak isteniyor. Yine buna mukabil olarak Batı’nın geliştirdiği “Ilımlı İslam” ve “Dinler arası diyalog” gibi kavramlar üzerinden İslam dini, Yahudi ve Hristiyanlarla çatışmayan, Yahudilik ve Hristiyanlığa adeta entegre edilmiş bir din haline getirilmeye çalışılıyor. Bu şekilde İslam dinini Hristiyanlık ve Yahudilikle uyumlu hale getirmek ve son hamle olarak misyonerlik faaliyetleriyle Müslümanları, Hristiyanlaştırmak amaçlanmaktadır. Bu projeler büyük oranda başarısız olmakla beraber Azerbaycan, Gürcistan gibi ülkelerde kısmen başarılı olmuştur.

Diğer yandan tarihi arıza olarak daha çok siyasi ve toplumsal sebeplerin neticesinde ortaya çıkan temelde iki çeşit bid’at hareketi vardır. Bunlar, günümüzde Vehhabilik olarak bilinen Haricilik fırkası ile günümüzde Şialık olarak bilinen Sebeiyye fırkasıdır. İlk ortaya çıkan fitneler, hemde “Dört Büyük Halife” devrinde ortaya çıkan fitneler Haricilik ve Şialıktır. Ondan sonra zamanla itikadi olarak bozuk fırkalar ortaya çıkmış zaman zaman ses getirmiş ve tarihin derinliklerine gömülmüştür. Ama özellikle Şialık ve Haricilik kendi içlerinde kollara ayrılmakla beraber varlıklarını ama gizli ama açık devam ettirmişlerdir. Mezhepler tarihi, bu kısa yazının konusu olmadığından bu konuya giremeyeceğim. Ama bütün ehli bid’at cereyanları güçlü ya da zayıf varlıklarını devam ettirmektedirler.

Günümüzde herkesin takdir ettiği gibi Müslümanları temsil eden bir siyasi otorite olmadığı gibi, ilmi otoritede yoktur (burada ilmi otorite olarak kastettiğim, Osmanlı İmparatorluğunda ki ‘şeyhülislamlık’ makamı benzeridir). Bu da Müslüman Dünyasının her türlü psikolojik operasyona ve fitneye açık hale gelmesine sebep olmaktadır. Bu sebepten dolayı ise Müslüman Dünyası ciddi bir kimlik buhranı ve itikadi kaos yaşamaktadır. Bu duruma yol açan iki temel faktör vardır.

  1. Misyonerlerin “Ilımlı İslam” ve “Dinler Arası Diyalog” projeleri.
  2. Oryantalistlerin “İslam’a karşı İslam” adı altında içimizde ki tarihi arızalar olan “Şialık” ve “Vehhabilik” fırkalarını, Müslümanları içerden yıkmak için kullanmalarıdır. Kullandıkları ehli bid’at diğer fırkalarda vardır ama bendeniz bu yazıda daha önemli gördüğüm iki bozuk fırkayı ele alıyorum.

Birincisi Müslümanların kimliklerini kaybetmelerini ve Hristiyanlığı kabul etmelerini engelleyen her türlü itikadi savunma mekanizmalarını yıkmayı amaçlarken; ikincisi ise Müslümanların kendi içinde kutuplaşmalarına sebep olup Müslümanların birbirleri ile çatışarak zayıf düşmelerini amaçlamaktadır. Yine her iki projede Müslümanların kimlik bunalımı yaşamalarına ve saf dışı kalmalarına sebep olmaktadır. Eğer bu iki konu idrak edilirse daha çözüm odaklı stratejiler geliştirilebilecektir.

Bugün Siyonizm ve Masonluk merkezi Batı Dünyası tarafından İslam Dünyası üzerinde çeşitli projeler hazırlanıp uygulamaya sokulurken, Müslüman Dünyası bu stratejilere karşı anti-stratejiler geliştirmekten ne yazık ki yoksundur. Bu da Müslümanlar arasında ki kutuplaşmaların her geçen gün daha da derinleşmesine sebep olmaktadır. Bu iki proje, sadece benim dikkat çekmek istediğim iki projedir. Bunlara paralel olan Müslümanlar üzerinde uygulanan başka projelerde mevcuttur.

Bugün Batılı Hristiyan Âleminin en büyük derdi, Müslümanları Hristiyanlaştırmaktır. Ancak ne kadar çok çalışma yapsalar ve stratejiler, planlar geliştirseler bile Müslümanları Hristiyan yapamadıkları gibi bugün Batı Dünyasında hızla İslam yayılmaktadır. Bazı verilere göre gelecek yüzyılda Avrupa İslam kıtası olacaktır. İngiltere sadece yarım asır sonra İslam ülkesi olacaktır. Tüm bunlarda Batı Dünyasının efendileri olan Siyonistleri ve Masonları, Oryantalistleri ve Misyonerleri çıldırtmaktadır.

Bugün Batı Dünyasında artan İslam karşıtlığının sebebi, Batı Dünyasında yayılan İslam’ın önünü kesmektir. Çünkü ilmi olarak İslam karşısında tutunamayacaklarını kendileri çok iyi biliyorlar. Batı Dünyasında İslam karşıtlığını yaymak için ellerindeki en elverişli malzemeleri, Haricilik-Vehhabilik zihniyetine sahip olan yine kendilerinin gizli destekleriyle oluşturulan sözde İslami-İslamcı terör örgütleridir. Batıda İslam ile bu terör örgütleri özdeşleştirilerek İslam dininin insanlık için tehlikeli olduğu ve Müslümanların barbar terörist olduğu yönünde kara propagandalar yapılmaktadır. Böyle yapılarak Hristiyanların, Müslüman olmasının engellenebileceği düşünülmektedir.

İslam Dünyasının değişik noktalarında hem özellikle Vehhabilik orjinli, hemde Şialık orjinli terör örgütleri bulunmaktadır. Örnek olarak Irak’ta bulunan Şia orjinli Haşdi Şabi terör örgütü ve yine Irak ve Suriye’de bulunan Vehhabi orjinli DAİŞ terör örgütü gösterilebilir. Yine Nijerya’da bulunan Boko Haram isimli Vehhabi terör örgütü örnek gösterilebilir. Bu tip din merkezli kurulan terör örgütleri İslam Dininin imajına verdikleri zarar bir yana, Müslüman Dünyasında da ciddi derin yaralar açmaktadırlar.

Özellikle Vehhabilik fırkasından olan terör örgütleri tevhit ve cihat kavramları üzerinden hareketle, cahil kimseleri kendi saflarına çekiyor ve onların heba olmalarına sebep oluyorlar. Enteresandır ki cihat iddiasıyla hareket eden bu tip terör örgütlerine baktığımız zaman, sadece Müslümanlara ve Müslüman Dünyasına zarar verdikleri görülmektedir. İşte “İslam’a karşı İslam” eylem planı, Batı oryantalizmi tarafından bu şekilde uygulamaya sokulmaktadır. Müslümanlara karşı, yine kendi içlerinden organik bir düşman oluşturarak, Müslümanları kendi içlerinden vurup dolaylı olarak mağlup etmeyi amaçlıyorlar.

Şialık veya Vehhabilik üzerinden sadece terör örgütleri kurularak Müslüman Dünyası bu şekilde zayıflatılmak ya da yıpratılmak istenmiyor. Bugün Şialık bozuk mezhebi İran’ın resmi mezhebidir ve İran bölgede Şia yayılmacılık politikaları izlemektedir. Yine Vehhabilik bozuk mezhebi Suudi Arabistan’ın resmi mezhebidir ve Suudi Arabistan’da, müttefik olduğu Körfez İttifakı’da bölgede Selefilik-Vehhabilik propagandası yapmaktadır (şunu dipnot olarak belirtmek gerekir ki, Suudi Arabistan aynı zamanda ABD’nin bölgedeki açık müttefikidir ve yakın tarihte Ilımlı İslam’a geçtiğini resmen ilan etmiştir).

Ayrıca İran merkezli  Şialık hegomanyası ile Suudi Arabistan merkezli Vehhabilik hegomanyası arasında soğuk savaş yaşanmaktadır ve yakın zamanda bu iki ülke arasında sıcak savaş yaşanması hedeflenmektedir. Yani bölgede bir Şia-Sünni savaşı hedeflenmektedir. Bakıldığı zaman tüm Müslüman Dünyasında Müslümanların birbirine girmesine sebep olan iki ana unsur olarak karşımıza Şialık ve Vehhabilik çıkmaktadır. Yine bu iki bozuk fırkanın mensuplarının ve temsilcilerinin yaptıkları faaliyetlerin analizi yapıldığında görülecektir ki tüm faaliyetleri İslam Dünyasına sadece zarar ve yıkım getirmektedir. Ayrıca İslam Dünyasını kimlik krizine sokan en önemli iki bozuk mezhebin bu iki fırka olduğu görülecektir.

İşte bu sebeplerden dolayı özellikle Vehhabilik ve Şialık olmak üzere, Dinler arası diyalog ve Ilımlı İslam projeleri; Ülkemizi ve Müslüman Dünyasını üst seviyede tehdit etmektedir. Bu tehdit en başta Din olmak üzere siyasi, iktisadi ve içtimai olarak vardır. Çünkü bu bozuk fırkalar ve İslam’ı tahrif projeleri olmazsa, Müslüman Dünyası çok kısa zamanda birlik olur ve siyasi, ekonomik, toplumsal olarak çok kısa sürede Dünyada büyük bir güç olur.

Bu bozuk fırkalar ve İslam’ı tahrif projeleri üzerinden hem İslam’ın ruhu öldürülmek istenmekte, hem Müslümanların birbirlerine kırdırılması hedeflenmektedir. Son aşama ise Müslümanların Hristiyanlaştırılması. Tüm bu sebeplerden dolayı aynı zamanda diyebiliriz ki, tüm bozuk fırkalar ve İslam’ı tahrif projeleri Müslümanlar ve Müslüman Dünyası için aynı zamanda güvenlik tehdididir. Çünkü Batı Dünyası ve Siyonist Yahudiler, İslam Dünyasını yıpratmak ve içerden çökertmek, aynı zamanda kontrol etmek için İslam içindeki bozuk fırkaları ve İslam’ı tahrif projelerini en etkin şekilde kullanıyorlar.

Siyonist Yahudiler ve Batı Dünyası

Siyonist Yahudiler ve Batı Dünyası  için en büyük tehdit ve aynı zamanda Müslüman Dünyasını Hristiyanlaştırma projelerinin önündeki en büyük engel, İslam’ın hiçbir şekilde tahrif olmasına müsaade etmeyen ve Müslümanların ruhunu diri tutmaya çalışan tüm “Ehli Sünnet ve Cemaat” Müslüman toplulukları, cemaatleri, tarikatları ve kuruluşlarıdır. Oryantalistlerin ve Misyonerlerin, Müslüman Dünyasında istedikleri başarıyı yakalayamamasının en ana sebebi budur. Bu sebeple yaptıkları tüm gri ve kara propagandalarla “Ehli Sünnet ve Cemaat” olan tüm Müslüman kesimler ve özellikle tarikatlar hedef tahtasına oturtulmuştur.

Ehli Sünnet ve Cemaat, İslam’ın kendisidir. Bu tabirin kullanılmasında ki sebep ise, doğru olan İslam ile bid’at olan sözde İslam’ı birbirinden ayırmak içindir. Ehli Sünnet ve Cemaat’in kelime anlamı ise, Rasulullah’ın ve Ashab-ı Kiram’ın izinden gidenler demektir. Zaten bu dinin birinci kaynaklarıda Rasulullah Efendimiz ve Ashab-ı Kiram’dır. Biz inanıyoruz ki bu din ve Kuran-ı Kerim Kıyamet gününe kadar Hazret-i Allah’ın himayesi altındadır ve kimse bu dini ve Kuran-i Kerim’i tahrif etmeye güç yetiremeyecektir. Kıyamet gününe kadar bu ümmetten bir topluluk hem doğru yol üzere olmaya devam edecektir, hem Allah yolunda cihattan vazgeçmeyecektir. Buna delil ise Araf Suresi 181. Ayet-i Kerime ve Rasulullah Efendimiz’in: “Ümmetimden bir topluluk Kıyamet’e kadar Allah yolunda cihattan vazgeçmeyecektir.” Hadis-i Şerifidir.

Yazan - Yavuz Şahin

Yavuz Şahin
Bir şeyi bilmek ve istemek başka, onu hayata geçirmek başka şeydir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir