Davasını Satan Siyasal İslamcılar aslında başlı başına bir projedir. Siyasal İslamcıların asıl gayesi İslam dinine siyasi kanatta hizmet etmek değildir. Siyasi kanatta hizmet etmek suretiyle hilafeti ve şeriatı getirmek, İslam Birliğini kurmak değildir. Bu gayeler tamamen sunidir. Siyasal İslamcıların asıl gayesi, putperestlik ve küfür üzere kurulu olan sistemin devam etmesini sağlamaktır. O yüzden diyorum ki; Siyasal İslamcılar, putperest ve küfür sisteminin sigortalarıdır.
Uluslararası İlişkilerde, sert güç (hard power) ve yumaşak güç (solf power) diye iki kavram vardır. Siyasal İslamcılar, Müslüman toplumların sinsice uzun vadeli asimile olmaları için var olan yumuşak gücü temsil etmektedir. Türkiye üzerinden örnek verelim. Türkiye, Kemalist ve Laik bir sisteme bağlıdır. Batı Medeniyetine tam entegre olmayı benimseyen bir devlet politikasına sahiptir. Kemalizm, tamamen yeni bir ulus yaratma projesidir. Bu gerçek, Atatürk İlke ve İnkılapları ders kitaplarında da aynen bu şekilde yazmaktadır.
Kemalizm kanadını temsil eden CHP, sistemin sert gücüdür. CHP eliyle Tek Parti Devri sert ve hızlı bir şekilde inkılapların yaşandığı dönem olmuştur. Ancak sistem, Tek Parti Devri sonrasında büyük oranda sistemin yumuşak gücü olan Siyasal İslamcılar ile devam ettirilmiştir. Kemalist ve Laik sistemin asıl temsilcisi olan CHP’nin zaten yapacağı birçok inkılap uzun vadede Siyasal İslamcılar eliyle halk nezdinde fazla tepki çekmeden gerçekleştirildi. İnkılaplar, nesiller değiştikçe uzun vadede toplum tarafından artık normalleşti.
Dönem dönemde yapılan askeri darbelerle sert güç kısa süreliğine devreye sokulsa bile, sistem varlığını her zaman yumuşak güç olan Siyasal İslamcılar öncülüğünde devam ettirdi. Halk her zaman Siyasal İslamcıların, İslam davasında olduğunu düşündü. Ama hakikatte ise halk her zaman din ile aldatıldı. Aslında tek gaye, Kemalist ve Laik sistemin devam etmesini sağlamaktı. Yeni bir ulus yaratma projesi olan inkılapların devam etmesini sağlamaktı. Bu tam olarak ne demek oluyordu?
Mekkeli Müşriklerin Teklifi Neydi?
Resulullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) İslam dinini tebliğ ediyordu. Mekke’nin ileri gelenleri olan müşrikler ise bundan son derece rahatsız oluyordu. İleri gelenlerinden birisi de, Resulullah Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) amcası olan Ebu Talib idi. Ebu Talib ise, yeğeni Resulullah Efendimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) samimi bir şekilde çok seviyordu. Tebliğ ettiği İslam dinine iman etmemiş olsa bile onu himayesi altında tutuyordu. Bu sebepten Mekkeli Müşrikler, Resulullah Efendimiz’e (sallallahü aleyhi ve sellem) bir zarar veremiyorlardı.
Mekkeli Müşrikler, Ebu Talib’e gelerek yeğenini davasından vazgeçirmesi için ikna etmesini istediler. Dediler ki:
“Ya Ebu Talib! Kardeşinin oğlu zengin olmak istiyorsa onu zengin yapalım. Başımıza yetkili olmak istiyorsa onu başımıza başkan yapalım. Arzu ediyorsa onu Mekke’nin en güzel kızı ile evlendirelim. Ne olur Muhammed ilâhlarımızı kötülemekten vazgeçsin. Eğer bu söylemlerinden vazgeçmezse ikinci bir teklifimiz daha var onu kabul etsin…”
Bunun üzerine Ebu Talib onlara ikinci tekliflerinin ne olduğunu sordu. Mekkeli Müşrikler de ikinci teklif olarak şunu istediler:
“Muhammed bizim ilâhlarımıza bir sene tapsın, inansın. Biz de onun ilâhına bir sene tapalım. Böylece biz ve o, bütün işlerimizde anlaşmış oluruz. Eğer bizim ilâhlarımız doğru ise Muhammed onlardan nasibini almış olsun. Yok Muhammed’in dini doğru ise biz de ondan nasibimizi almış oluruz.”
Ebu Talib, Resulullah Efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem), Mekkeli Müşriklerin bu teklifini götürünce Mübarek Fahri Kainat Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şu cevabı verdiler:
“Sağ elime Güneş’i indirip verseler, sol elime Ay’ı indirip verseler yine de ben hak yol olan davamdan vazgeçmem. Allah’a başkasını ortak koşmaktan yine Allah’a sığınırım!”
Mekkeli Müşriklerin temelde iki arzusu vardı. Birincisi putlarına karışılmasını istemiyorlardı. İkincisi ise Allah’ın şeriatını istemiyorlardı. Yani hem Allah’ı hem de Allah’ın şeriatını reddediyorlardı. Bu davasından vazgeçmesi içinde Resulullah Efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem) dünyalık reddedilemeyecek tekliflerde bulundular. Çok iyi biliyorlardı ki, eğer Resulullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) davasından vazgeçerse, Mekkeli Müşriklerin putperest ve küfür üzerine kurulu sistemleri hiçbir tehditle ve muhalefetle karşılaşmadan devam edecekti.
Ancak Resulullah Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem), Allahü Teala’nın kulu ve resulü olarak davasından vazgeçmesi mümkün mü? Tabi ki de Tevhid ve Tebliğ davasından vazgeçmedi. Sonunda ise Mekke’yi fetih etti. Kabe’deki putların hepsini kırdı. Mekke’de putperestlikten eser bırakmadı. Hak geldi, bâtıl ise zâil oldu.
De ki: “Hak geldi bâtıl yıkılıp gitti! Zaten bâtıl yıkılmaya mahkûmdur.” (İsrâ Suresi 81. Ayet)
Davasını Satan Siyasal İslamcılar
Bugün Davasını Satan Siyasal İslamcılar dediğimiz güruha baktığımız zaman, Resulullah Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem), satmadığı İslam davasını bugün sattıklarını görüyoruz. Zahirde bakıldığı zaman Müslüman gözüküyorlar. Davaları sanki İslam ve Müslümanlar imiş gibi kendilerini lanse ediyorlar. Sanki küfür sistemini yıkacaklar da, hilafet ve şeriatı tekrar getireceklermiş gibi saf Müslümanların umuda kapılmasına sebep oluyorlar.
Aslında ise yaptıkları tek şey, insanların dini ve milli duygularını sömürmektir. Dini siyasete alet ederek nüfus ve güç kazanmaktır. Küfür sisteminde açıkça inkar eden inkarcılarının dahi yapamayacağı bir takım Allah’a isyan mahiyetinde ki politikaları ve yasaları Siyasal İslamcılar pek fazla tepki çekmeden tek tek gerçekleştirmektedir.
İslam dinine göre; bidat ehlinin dine vereceği zarar, küfür ehlinin vereceği zarardan daha fazladır. Yine münafığın vereceği zararda, kafirin vereceği zarardan daha fazladır. Siyasal İslamcıların kimisi bidat ehli, kimisi ise münafıktır. Birde bunların yaldızlı sözlerine aldanıp, Allah’a isyan mahiyetinde ki eylemlerini göremeyen yahut daha fenası görmek istemeyen gaflet ve dalalet ehli Müslümanlar var. Allah onlara da akıl, fikir, şuur ve hidayet ihsan eylesin!
Türkiye’de davasını satan Siyasal İslamcılar güruhuna baktığımız zaman, Kemalist ve Laik sistemle bir dertlerinin olmadığını görmekteyiz. Üstelik 20 yıldır kesintisiz olarak iktidarda olmalarına rağmen, İslam şeriatına uygun kanunlar çıkarmaları umulan Siyasal İslamcılar, Allah’a isyanı daha ileri boyuta taşıdılar. Gayretullaha dokunan, Allah’ın buğz ettiği ne kadar icraat varsa yapmaktan imtina etmediler. Dertleri hiçbir zaman Allah’ın şeriatını hakim kılmak olmadı. Hilafeti yeniden tesis etmek olmadı.
Hak ve Bâtıl savaşında söylemleriyle her daim haktan görünürken, eylemleriyle hiçbir zaman haktan yana olmadılar. Bilakis her daim bâtıldan yana oldular. Ama eylemlere değilde söylemlere bakan saf Müslümanlar aldandılar. Siyasal İslamcıların gerçek yüzlerini göremedikleri için gaflete ve dalalete düştüler. Kendilerine itibar edenleri de gaflete ve dalalete düşürdüler. O yüzden “ARTIK UYAN EY MÜSLÜMAN!”
Yazmış olduğum, Kötü Alimlerin Açtığı Dalalet Yolu başlıklı makalemi okumak için, başlığın üzerine tıklayabilirsiniz…