Eski Türkiye ve Yeni Türkiye

Eski Türkiye ve Yeni Türkiye

Eski Türkiye ve Yeni Türkiye; Ülkemizde çoğu siyasetçi konuşmasına, “Eski Türkiye” diye giriş yapar. Böyle yaparak kendi partisinin, başkanının, hükümetinin ne işler başardığını, ne bulunmaz hint kumaşı olduğunu, ülke ve vatandaşlar için bir nimeti-uzma olduğunu anlatırlar. Böylece  gelecek seçimler için yatırım yaparlar. Eğer kendileri iktidara gelmezlerse, Eski Türkiye ve Yeni Türkiye arasında kıyas yaparak; ülkenin ve milletin bir gecede eski günlerine döneceğini, açlık-sefalet ve yoklukla kavrulacağını ve buna engel olacak yegane gücün kendileri olduğunu söyleyip; kendilerini adeta bir süper kahraman gibi pazarlarlar. İyide Eski Türkiye ve Yeni Türkiye arasında ne fark var ki?

Bu pazarlamanın en bariz örneğini, yaşadığımız El Aziz depreminde müşahede ettik. Her kriz anında yaptıkları gibi; yine eskiye sövüp, yeniyi methetme huylarından vazgeçmediler. Kemikleri dahi toz olmuş bir faninin üzerinden süper kahraman pozları vermeyi ihmal etmediler.

Evet ülkemiz artık Eski Türkiye değil. Fakat dünya da artık Eski Dünya değil.

Dünyanın ve ülkemizin son yirmi bir yılını, 17 Ağustos Depremini baz alarak müşahede edersek çok şey değişti dünyamızda ve ülkemizde.

İletişim, sağlık, inşaat, ulaşım, savunma sanayi gibi bir çok teknolojik kalemde imkanlar, araç-gereçler, hizmete ulaşım imkanı, hizmetten istifade süresi… hepsi değişti ve çok iyi seviyelere gelindi.

Dünya büyük bir hızla her sektörde her anlamda ilerlerken, ülkemizin her türlü alanda reforma ihtiyaç duyduğu ve dindar/muhafazakar kesimin laik ve cumhuriyetçi yönetimlerin sultasından bezdiği bir dönemde hem reformculuk, hemde muhafazakar siyaset iddiası ile fırsat isteyen ve kendisine bu şans tanınan kadro elbette iktidar koltuğunu elinde tutmak için bu değişime ayak uydurmak ve vaat ettiklerini vermek zorundaydı.

İktidarın belkide en büyük şansı kendi dönemlerinde; otomasyon, yazılım, elektronik, haberleşme konusunda dünyanın çok büyük  yenilikler ve gelişime ulaşması olmuştur.

17 Ağustos Depremiyle 24 Ocak Elazığ Depremi Kıyaslanamaz

Bugün tıklama ile yahut hiç hareket imkanınız yoksa dahi sesle  arama yapabildiğimiz, komuta edebildiğimiz, anlık GPRS üzerinden konum gönderebildiğimiz mobil telefonlar, tek tweet veya yazı ile çok büyük kitlelere erişebildiğimiz sosyal medya uygulamalarımız, termal kameralarımız, her yere anında intikal edebilecek ulaşım ve kurtarma araçlarımız, araziye hakim olmamızı sağlayan İHA’larımız…  yani pek çok alet, edevat, araç iletişim kaynağı 17 Ağustos depreminde ülkemizde yoktu. Hatta dünyanın hiç bir ülkesinde yoktu. Belki buna yakın teknolojiler ve aletler olan ülkeler vardı. Lakin bugün dahi, ülkemiz ile o kısıtlı teknolojiye sahip ülkeler arasındaki fark kapanmış değildir. Aksine büyük hızla aramızdaki fark açılıyor.

41 kişinin vefat ettiği, 1600 küsür kişinin yaralandığı 100 küsür binanın hasar aldığı, ülkenin tamamının dakikalar içinde sosyal medya üzerinden organize olup destek ve yardım yolladığı mahalli sayılabilecek bir deprem ile; ankesörlü telefonlarda jetonla telefon kulübesinden konuştuğumuz, herkesin evinde sabit telefon imkanı dahi olmayan imkanların kıt olduğu zamanda medyada resmi olarak 28 bin ölüm, 38 bin yaralanma, gayrı resmi olarak 50 bine yakın ölüm 80 bine yakın yaralanma olan ve 350 bin küsür binanın, işyeri ve meskenin yıkıldığı, Ankara’dan dahi hissedilen İstanbul, Kocaeli, Düzce, Sakarya ve Bursa gibi beş büyük il içerisinde etki gösteren aylarca enkazlardan ceset çıkarılan, etkisi daha şiddetli ve süresi daha uzun bir depremi kıyaslamak en basit tabirle fırsatçılıktır.

17 Ağustos depreminden bu yana yani Yeni Türkiye olarak hala bir teknoloji, yazılım yahut otomasyon alanında mucitlik, üreticilik ve öncülük yapamadığımız halde, dışarıdan ithal ettiğimiz teknolojiyi gelişmişlik ve üreticilik zannetmek çok yanlıştır.

Yirmi bir yıldır gelinen süreç içerisinde ihtiyaçlarımızın değişmesi ve dünyanın daha teknolojik ve elektronik bir yer haline gelmesi sebebi ile bizim yaptığımız sadece eskiyi çöpe atıp yeniyi kullanmaya başlamış olmamızdır.

Somut Bir Örnek

Mesela somut bir örnek verecek olursak; eskiden ulaşmanın ve alım gücünün zorluğu ile sahip olunamayan, sahip olmanın imtiyaz ve zenginlik alameti sayıldığı tüplü televizyonlar vardı. Teknoloji ve devir değişince tüplü televizyon yerini parmak kalınlığında, incecik ve ayna gibi gösteren 4K plazma televizyonlara bıraktı. Evet tüplü televizyonlar hala az dahi olsa kullanılıyor. Lakin ilk çıktığı dönemlerde tüplü televizyon alamayan dar gelirli kesim bugün yine aynı şekilde 4K plazma televizyona sahip olamayıp, biraz şanslı olanlar eski teknoloji televizyonlara, daha imkanı dar olanlar ise eskilerden kalan tüplü televizyonlara sahip olabiliyor.

17 Ağustos depreminin olduğu 1999 yılında yine zengin kesimin sahip olabildiği 1999 model sıfır bir otomobile, o zamanın dar gelirli vatandaşları bugün zorlanarak dahi olsa sahip olabiliyor. Ama 1999 yılında sıfır el otomobil alabilen kesim aynı aracın 2020 modelini yine sıfır el olarak alabiliyor.

Yani devir ve teknoloji değiştiği için eski teknolojiye sahip olan cihazlar, aletler dar gelirli kesimin hizmetine sunulurken, sıfır ve yenisi en teknolojik olanı yine her zaman olduğu gibi ülkenin kaymağından beslenen zengin ve kodaman güç sahiplerinin hizmetine sunuluyor.

Ama ülkemiz ve vatandaşlarımız, söze “Eski Türkiye” diyerek başlayıp Eski Türkiye ve Yeni Türkiye kıyaslaması yapan siyaset erbabının sözlerine inanarak, çağın ve medeniyetin bir gerçeği ve gerekliliği olan tamamı ithal teknolojik değişimler ve bu değişimlerin faydalarını görünce ülkemizin bu ağzı laf yapan pazarlamacı siyasetçiler sayesinde geliştiğini düşünerek her seçimde başımıza bela olmalarına müsade ediyorlar.

Evet çağımız ve teknoloji sürekli değişiyor. Fakat ülkemizde hiç bir zaman değişmeyen, insanın şerefiyle haysiyetine uygun bir rejim ve yönetime geçilmedikçe değişmeyecek olan gerçekler var.

İşsizlik, yoksulluk, yolsuzluk, açlık, enflasyon, her geçen gün düşen alım gücü karşısında sürekli yükselen hayat şartları ülkemizin sümen altı edilen, keyfinin bozulmasını istemeyenlerin ört bas ettiği gerçekler!

Kemikleri dahi un ufak olan Bülent Ecevit  ve hükümetinin 17 Ağustos gibi büyük bir depremde mecburen başarısız olduğu kriz yönetimini istismar ederek kendini pazarlayıp, “Bakın biz daha iyiyiz, daha süper kahramanız!” diyen güç sahipleri, Bülent Ecevit’e Başbakanlık binasından çıkarken ülkemizin esas acı gerçekleri karşısında çaresiz kalan ve protesto için başbakanlık yazar kasa fırlatan herifi belgesel yapıp yıllarca eskiye sövüp kendilerini methettiler.

Lakin o gün fırlatılan bir yazar kasadır. Bugün ise yokluktan, fakirlikten, borç ve hayat şartlarından dolayı siyanür ile toplu intihar eden aileler, kendini asan babalar, meclisin önünde kendini yakmaya çalışan esnaf, protesto için Beştepe Külliyesi önüne traktörü ile çıkmak isterken polis tarafından traktörü ve kendisi vurularak engellenen çiftçi kadar konuşulmadı!

İktidar kendini kıyaslayacak ise işsizlik, yoksulluk, enflasyon, yükselen hayat şartları ve düşen alım gücü ile kıyaslamalıdır. Gerçi onlarda farkındalar. Lakin yalan enflasyon ve işsizlik rakamları ile milleti uyutmaya devam ediyorlar.

Geçen hafta Cuma günü bir vatandaş Hatay’da geçinemediği için kendini yakarak intihar etmek istedi. Hemen tüplerle söndürdüler. Ama bu seferde kalp krizinden vefat etti. Ne yazık ki bu asla hatırlanmayacak ve provakasyon denilecek. Çünkü ülkemiz emin ellerde!

Tabi Yersen!

Yazan - Yusuf Yiğit

Avatar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir