İslamda Fıkıh İlminin Ehemmiyeti büyüktür. Fıkıh ilmini çok iyi bilmek gerek. Fıkıh, müminin hayatın her alanına nasıl tahakküm edeceğini bildirirken, şahsi amellerle birlikte cemiyeti tanımlamasına ve bu tanıma göre hayat haritası çizmesine vesile olur. Allah’ın murad ettiği şekilde ferd ve devlet ile alakalı birşeyler bilmek veya bu hususta birşeyler söylemek ancak ve ancak fıkıh ile mümkündür. Fıkhı dört başı mamur şekilde bilen kimse hem ibadette hem ticarette hem siyasette kimsenin oyuncağı olmaz,
Fıkıh hem halktan hem siyasetten her türlü gayr-i meşru isteğe kalkandır. Ne gramer ne tefsir ne hadis ilmi bu kalkan vazifesini yerine getiremez. Ancak onlar da bu kalkanın ardında hakkı muhafaza ve müdafaa edebilirler.
Fıkıh bilmeyen herkes hem şahıslar, hem cemiyyetler, hem devletler tarafından devamlı aldatılmaya mahkumdur. Şahıs hayatını fıkıh ile idame ettirirken devlet de fıkıh ile hükmeder. Kişinin hayatından fıkıh çıktığında İslami kimliği bir hiçe dönüyorsa, devletin hayatından fıkıh çıkınca onun yapısında da İslami kimliği hiçe döner. Nasıl ki İslami kimliği hiçe dönen adamın adının Ahmet, Mehmet olması çok mühim değilse, İslami kimliği de hiçe dönen devletin ve kurumlarının adı hiçbir önem arz etmez. Eğer bir şeylerin değişmesini taleb ediyorsak, tarif ve tanımdan başlamak gerek. Çünkü her ilim evvela tarif ve tanım yapar, her hastalık evvela teşhis ile tanımlanır. Devamı da ona göre gelir. Aldatılmamış ve en az pişman olanlardan olmak istiyorsak; fıkıh öğrenmek mecburiyetindeyiz. Fıkıh hayat nizamıdır ve ölçüdür.
İmam Muhammed bin Hasan eş-Şeybani buyurdu ki:”Bir kimsenin şiir ve nahiv ile şöhret bulması layık değildir. Çünkü şiirin sonu dilenmeye, nahvin sonu da çocuk okutmaya varır. Hesapla şöhret bulması da gerekmez; zira sonu yer ölçümüne varır. Tefsir ile şöhret bulması da öyledir. Çünkü sonu vaizlik ve hikayeciliğe varır. Bilakis kişinin ilmi, helal ve harama ve bilinmesi zaruri olan ahkama dair olmalıdır.”