Halife Kureyşten mi Olmalıdır? Tarihselcilik zihniyetinin temelinde modernleşme yatar. Gelenekselcilik ve Modernleşme diye bir ayrım üzerinden olaya baktığımız zaman, Ehli Sünnet ve Cemaat üzere olan Fırka-i Naciye, yani özgün İslam dini gelenekselci oluyor. Yani inançtan ve fıkıhtan zerre taviz yok. Her şey akaid ve fıkıh esaslarına göre yorumlanıyor. Ancak modernleşme yanlısı olanlar gelenekselci diye sınıflandırdıkları Ehli Sünnet ve Cemaat Müslümanları çağın gerisinde kalmakla itham ediyorlar.
Tarihselciliğin özünde, birçok ayetin artık bugün geçerli olmadığı görüşü yatmaktadır. Yine birçok hadisin, birçok içtihadın bugün geçerliği olmadığı görüşünü benimserler. Onlara göre içtihad kapısı ardına kadar açıktır ve dini güncelle güncelleyebildiğin kadar!
Güncellemek deyince nedense aklıma Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın: “İslam’ın hükümlerinin güncellenmesi vardır. 14 asır, 15 asır öncesi hükümleri kalkıp bugünde uygulayamazsın. Böyle bir şey yok. Yer, zaman, koşullar her şeyiyle o da ne yapıyor? Değişiyor!” söylemleri geldi. Bu söylemler ise hiç şüphesiz, Tarihselcilik anlayışının dışa vurumudur.
Tarihselcilik, yani Fazlurrahmancılık anlayışından nasibini alan mevzulardan birisi de, halifenin Kureyş’ten olma zorunluluğu meselesidir. Mutezile itikadına mensup olanların tümünün görüşüne göre halife takva sahibi ve alim birisi olsa yeterlidir. Kureyş’ten olma zorunluluğu yoktur. Havâric (Harici) topluluğuna göre ise imam Kureyş’in dışında kimselerden olmalıdır. Ehli Sünnet ve Cemaat Müslümanlara göre ise halife kesinlikle Kureyş’ten olmak zorundadır.
Tarihselciler de (Fazlurrahmancılar) diyorlar ki; “geçmiş dönemlerde halifenin Kureyş’ten olma zorunluluğu olmuş olabilir. Ancak günümüzde bu hüküm geçerli değildir.” Tabi ayetlerin bile birçok hükmünün bugün geçerli olmadığını savunan Tarihselcilerin, hilafet mevzunda farklı düşünmesi oldukça hayret verici olurdu.
Bunlar halifenin artık Kureyş’ten olması gerekmez görüşünü savunarak acaba neyi amaçlıyor olabilirler? Yoksa Amerikan’ın İslam Dünyasında hilafet projesinin bir gereği midir? Çünkü ABD, İslam Dünyası olan Kuzey Afrika, Anadolu, Ortadoğu ve Orta Asya coğrafyasını tümüyle kendi hegemonyasında tutmak istiyor. Bunun en etkili yolu ise, bu bölgeye liderlik edecek kendi kontrollerinde bir hilafet kurmaktır. Bunun içinse en uygun, en elverişli ülke Türkiye’dir.
Halifenin Kureyş’ten Olması Şarttır!
Ehli Sünnet ve Cemaat itikadına ve İslam fıkhına göre halifenin Kureyş’ten olması şarttır. Kadim ulemada bunu bu şekilde belirtmişlerdir. Kureyş’in dışındaki hilafet bâtıldır. Böyle bir hilafete biat etmek ise kesinlikle caiz değildir. İmam Pezdevî Hazretleri (rahmetullahi aleyh), Usûl-üd Din eserinde imamın yani halifenin niteliklerini şöyle saymıştır:
“İmam insanların ilim, takva, şecaat ve nesep yönünden en üstünü, faziletlisi olmalıdır. Ayrıca Kureyş’ten olması gerekir. Rey ve tedbir sahibi, alim ve cesur olması icap eder. Bu kıble ehlinin (Ehli Sünnet ve Cemaat) görüşüdür.
Râfızîler bu şartları kabul etmekle birlikte imamın Benî Hâşim’den olması gerekir görüşündedir.
Mu’tezile’nin tümü imamın takvâ sahibi ve alim olması ve Kureyş’ten olmaması gerektiği kanaatindedir.
Havâric; imamın Kureyş’in dışında olması inancındadır.
İmam Nesefi Hazretleri de, Metnü’l Akaid eserinde şöyle demiştir:
“Halifenin Kureyş soyundan olması gerekir. Başka soylardan olması caiz değildir. Kureyş’ten olduktan sonra Haşimoğullarından veya Hazreti Ali’nin (kerremallahü vechehü) soyundan gelmesi gerekmez.”
Resulullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazreti Ebubekir-i Sıddık (radıyallahü anh) tarafından rivayet edilen hadis-i şerifte şöyle buyurdular:
“İmamlar Kureyş’tendir.”
Bu hadis-i şerif Ahmed bin Hanbel Hazretlerinin (rahmetullahi aleyh), Müsned eserinde geçmektedir. Hadis-i Şerif, haber-i vahid olarak rivayet edilmiş olsa bile Hazreti Ebubekir-i Sıddık (radıyallahü anh), Ensar’a karşı bu hadis-i şerifi delil getirdiğinde hiçbir sahabe bu hadis-i şerife karşı çıkmamış ve icma ile kabul edilmiştir.
Halifede Aranan Şartlar Nelerdir?
Ebu’l Hasan Habib el-Maverdi’nin (rahmetullahi aleyh), El-Ahkâmü’s Sultaniyye isimli eserinde Halifeliğe ehil olanlarda aranılan şartlar şu şekildedir:
- Her yönü ile adil bir kimse olmak.
- Hilafetin görevleri içine giren bütün işlerde, içtihad da bulunabilecek derecede ilim sahibi olmak.
- Kulak, göz, dil gibi hassaların, (bu organlarla yapıp anlayabileceği işlerde kolaylığı, yakınlığı temin için) sağlam olması.
- Hareket etmeye, süratle kalkıp oturmaya engel olan organ sakatlıklarından uzak ve sapasağlam olmak.
- Amme işlerini idareye, halkın sevk ve idaresini anlamaya yarayan fikir ve bilgiye sahip olmak.
- Düşmanla harbe, topluluğu korumaya imkan veren güç ve kuvvete, cesarete sahip olmak.
- Soy bakımından Kureyş soyundan olmak. Zira bu hususta hadis-i şerif mevcuttur. Geçmişteki Müslümanlar bu konuda fikir birliğine varmışlardır. Her ne kadar bazı hukukçularca bu şart tenkid edilmişse de insanların hepsi sonunda kabul etmişlerdir. Hazreti Ebubekir (radıyallahü anh), Ensar’ın, Devlet Başkanı -Halife- olarak Sa’d bin Ubade’ye (radıyallahü anh) biat etmesi üzerine Sakife günü Ensar’a, Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) “Devlet başkanı (imam) Kureyş’tendir.” hadis-i şerifini delil getirdi. Ensar’da ihtilafı bırakarak “Ebu Bekir’in rivayetini tasdik ve teslim için bizden bir emir, sizden de bir emir” fikrinden vazgeçtiler.
Bütün Müslümanlarca kabul edilen bu delile karşı duranın bir şüphesi ve muhaliflerinde bir sözü ve beyanı mevcut değildir.
Osmanlıların Hilafeti Hak mı?
Halife ancak Kureyş soyundan olur denildiğinde bazı kimselerin aklı karışmaktadır. Çünkü Dört büyük halifeden sonra Emevîler, Abbasiler ve son olarak Osmanlılar ile hilafet devam etmiştir. Osmanlıların ise Oğuzların, Bozoklar kolunun, Günhan boyunun, Kayı aşiretinden Türk olduğu bilinmektedir.
Ancak Kayılar aynı zamanda soyu Resulullah Efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem) kadarda dayanmaktadır. Osman Gazi’nin kayınpederi ve şeyhi olan Şeyh Edebali Hazretlerinin Seyyid ailesinden olduğu rivayet edilir. Ayrıca fetret devrinden sonra Osmanlı Devletinin ikinci kurucusu olan Çelebi Mehmed Han’ın annesi Devlet Hatun ise Kureyş’idir.
Devlet Hatun, Yıldırım Beyazıd Han’ın eşidir. Germiyan Beyi Süleyman Şah’ın kızıdır. Annesi olan Mutahhara Hatun, Mevlana Celaleddin Rumi Hazretlerinin oğlu Sultan Veled’in kızıdır. Zaten Mevlana soyundan gelenlere Çelebi denilmektedir.
Mevlana Celaleddin Rumi Hazretleri ise, Hazret-i Ebubekir’in (radıyallahü anh) 12. kuşaktan torunu olmaktadır. Ayrıca anne ve nine cihetinden ise İbrahim bin Ethem yoluyla Hazret-i Ömer’e (radıyallahü anh) soyu dayanmaktadır. Yine İmam Serahsi yoluyla soyu Hazret-i Fatıma’ya (radıyallahü anha) böylece Resulullah Efendimiz’e (sallallahü aleyhi ve sellem) kadar soyu ulaşmaktadır.
Nesebin anne yolundan yürümesine itiraz edilecek olursa, Resulullah Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) soyunun da, kızı olan Hazreti Fatıma (radıyallahü anha) ile devam ettiğini unutmamalıdırlar. Osmanlılar Türk oldukları kadar aynı zamanda Seyyidlerdir. Dolayısı ile hilafetleri de haktır. Konuyla alakalı Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci’nin yazmış olduğu HÂNEDAN VE KUREYŞ başlıklı makaleyi de, başlığın üzerine tıklayarak okumanızı tavsiye ediyorum.
ABD’nin Hilafet Projesi Nedir?
ABD’nin hilafet projesi daha çok, ABD kontrolünde bir bölgesel liderlik olarak düşünülmelidir. Bu bölgesel lider, bölgede üstünlük sağladığı devletlere siyasi, hukuki, iktisadi, içtimai ve dini olarak adeta rol model olmalıdır. Bunun için en uygun bölgesel liderde kesinlikle çağdaş ve laik olan Türkiye Cumhuriyetidir. Çünkü Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Orta Asya’ya kadar uzanan bu geniş coğrafyada herkesin lider olarak kabul edebileceği tek bir devlet vardır. O da Türkiye Cumhuriyetidir.
Türkiye Cumhuriyetinin özü Kemalizm ve Laikliktir. Ancak Siyasal İslamcı iktidar döneminde Kemalizm ve Laiklik, İslam ile soslanmıştır. Ilımlı İslam, Dinler Arası Diyalog, Fazlurrahmancılık gibi akımlar ön plana çıkmıştır. Ehli Sünnet ve Cemaat ana omurga, ABD başta olmak üzere İslam Coğrafyasında kendi hegemonyasını kurmak isteyen bütün kafir güçler için birincil tehdittir. İşte Ehli Sünnet ve Cemaat olan ana omurgayı İslam Coğrafyasında zayıflatmak, mümkünse tasfiye etmek için İslam’a karşı İslam planını uygulamaktadırlar.
Özgün İslam olan Ehli Sünnet ve Cemaat omurgasının karşısına; Ilımlı İslam, Dinler Arası Diyalog, Fazlurrahmancılık gibi akımları çıkarıyorlar. İslam karşısında İslamcılık cephesiyle Müslümanları hak suretinde gözüken bâtıl bir dava yolunda dalalete sürüklüyorlar. Bu işin sonunda Türkiye Cumhuriyeti bölgede belki güçlü olacak ama bu güç Özgün Müslümanlar olan Ehli Sünnet ve Cemaat ana omurganın elinde olmayacak. Bilakis, bâtılı ile hakkı yıkmaya çalışan ABD kuklası olan Siyasal İslamcıların elinde olacaktır.
Böyle bir güç İslam dinine ve Müslümanlara fayda sağlamak yerine, Özgün İslam olan Ehli Sünnet ve Cemaat ana omurga için birincil tehdittir. Hristiyanlığın tahrif edildiği gibi İslam dinini de tahrif etmek istiyorlar. Ancak bunda başarılı olamayacaklar. Çünkü Resulullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebu Dâvud, Tirmizî ve İbn Mâce’de geçen bir hadis-i şerifinde şöyle buyurdular:
“Ümmetimden bir topluluk, hak üzerinde galip gelmeye devam edecektir. Onlar hak üzerinde hep böyle sebat edip durdukları müddetçe de Allah’ın emri onlara gelinceye kadar muhalif olanlar onlara zarar veremeyecektir.”
Merhum Mehmet Şevket Eygi’nin şu tespiti manidardır:
“Siyasal İslamcılık yükselirken, gerçek İslam gerilemektedir.”