Maddeci Bireyciliğe Karşı İslam Kardeşliği

Maddeci Bireyciliğe Karşı İslam Kardeşliği

Maddeci Bireyciliğe Karşı İslam Kardeşliği daha üstündür! Teknoloji ve maddi gelişmenin tavan yapmış olduğu günümüz dünyasında da, batılı gelişmiş olarak lanse edilen toplumların çıkış noktası aydınlanma çağı kökenli modern değerler gereği genel anlamda katı şekilde bireycidir. Hayatın hemen her alanında bireyin ve onun özgürlüğünün merkeze alınmış olduğu bir işleyiş ve anlayış söz konusudur.

Bu bağlamda salt maddeci anlayışın neredeyse tamamen hakim olduğu, bir medeniyetten başka türlüsünü beklemek oldukça zor olurdu. Batılı ülkelerde karşılıklı çıkar ekseni temelinde, nihai amaç olarak maddi refah ve şahsi kazanımların olduğu, dışarıda şeklen kolektif, iç aleminde ise yalnızlığın ve mutsuz edici düzeyde bireyciliğin girdabında bir toplumsal yaşantı hakimdir.

Bir vakıanın tespiti cihetinden, bizim topraklarımızda neredeyse iki asırdan beridir, fikir akımları ve ideolojiler büyük çoğunlukla batıdan ve bahsetmiş olduğumuz maddeci anlayış ekseninde cereyan etmektedir. Elbette tarihsel anlamda yaşadığımız büyük yıkım ve kırılmaların bu durumda büyük bir paya sahip olduğu aşikardır.

Belirtmiş olduğumuz ahvalin tabi neticesi olarak bizlerde bu maddeci ve temelde kişisel haz eksenli bireyci anlayışın egemenliğine millet olarak hızla savrulmaktayız. Aşırı bireycilik ve özgürlük naraları ile tabiri caizse “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!” Anlayışı ile kendi hevâ ve hevesinin, salt şahsi çıkarının ötesinde bir dert taşımayan esasen amaçsız yığınların varlığı artık inkar edilemez bir hal almış vaziyettedir.

Bireyi Merkeze Koyan Toplumlar Mutluluk ve Saadeti Ne Kadar Yakaladılar?

Yaşanmakta olan vakıayı ortaya koyabilmek adına onlarca somut misal verebilir. En basitinden bir misal olarak toplumumuzda ki boşanma oranlarının hızla yükselmiş olması bile yukarıda aktarmaya çalıştıklarımızın açık bir delilidir. Allah için sabır etmek, mükafat ve karşılığı Yüce Allah’tan beklemek yerine inceldiği yerden kopsun, gençlik bir kere yaşanır diyebilen bir bakış açısı ve düşünme biçimi insanları bu hale sürüklemektedir. Elbette ülkemizde aile kurumunun geldiği bu olumsuz durumun tek sebebi belirttiğimiz husus olmamakla (Medya, Kanunlar vd.) beraber en büyük etken şüphesiz ben merkezli anlayış ve yaşantı tarzıdır.

O vakit şöyle bir soru soralım:

Bireyi merkeze koymuş toplumların, dünyevi olarak süper özgür insanları hakikatte mutlu ve saadeti yakalamış insanlar mıdır?

Bizce hiç tereddüt etmeden kesinlikle değildir. Huzur ve refahı salt nefsi tatmin ile arayanların hayatının aramakla geçeceği elbette aşikardır. Ülkemizde son yıllarda yaşanan pek çok gelişme bu olumsuz gidişatı gözler önüne sermektedir. Basit bir örnek vermek gerekirse; ülkemizde hekimler tarafından reçete edilen antidepresan türevi suni huzur kaynağı hapların kullanımı gün geçtikçe katlanarak artmaktadır.

Batılı modern ülkelerde bu tablo çok daha vahimdir. Belirtmeye çalıştığımız bu tablo dahi insanlığın manen kalbi sekinet ve iç huzuru anlamında iyi bir noktaya doğru gitmediğini gözler önüne sermek için yeterli bir delil olsa gerektir. Burada sözü ve örnekleri arttırmak elbette mümkündür lakin çok fazla uzatmamak adına bu kadarla iktifa etmeyi yeterli görüyorum.

Maddeci Bireyciliğe karşı İslam Kardeşliği

Günümüzde batının inşa etmiş olduğu medeniyet anlayışı ne kadar birey merkezli ve şahsi çıkar ekseninde ise İslamiyet aksine cemiyetçidir. Elbette bireyin hakları mahfuzdur. İnsan olması sebebiyle sahip olduğu kazanımlara (mülkiyet, yaşama hakkı vb.) sahiptir.

İslam toplumunda bireyden beklenen davranış ve olması talep olunan ve vazedilen nizamda daima kardeşlik ve sadece kendini değil, kardeşini de önemseme vurgusu ön plandadır. Sadece kendi nefsini ve dünyevi çıkarını değil diğerlerini de öncelemesi evvela erdemli olan davranışın yerine getirilmesi istenmektedir. Bu istenilen tutum dünyevi çıkar veya karşılıklı menfaatten önce Allah rızası diye kısaca anlatabileceğimiz, öldükten sonra ki hayatta ebedi saadeti elde etmek gayesiyle yerine getirilmektedir.

Söz gelimi batılı modern bir ülke de iş yerinde çok anlayışlı ve diğerkam gözüken bir çalışan, sokakta yardıma muhtaç belki de canıyla uğraşan birini gördüğünde çok rahat başka yöne hareket edebilmektedir.

Mevzuyu bugün yaşanandan ziyade İslami açıdan olması gereken üzerine işlemeye çalışıyor olsak dahi bugün halen nüfusunun ekserisi Müslüman olan ülkelerde karşılıklı yardımlaşma ve menfaat beklemeksizin başkasının derdiyle dertlenebilme modern batılı toplumlara nispetle çok daha fazla olduğu görülmektedir.

Elbette bu durumun temelinde oldukça farklı saikler olmakla beraber bunların içerisinde en fazla öne çıkan amil şüphesiz yüce dinimizin bizlerden istediği ahlaki ilkelerdir. İslam bizlerden daima birlik ve beraberlik içerisinde tüm mahlukatın hayrı için çalışması istemektedir.

Bir ayeti kerime mealinde

İyilik etmek, fenalıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımlaşın!” (Maide Suresi, 2. Ayet)

Mana oldukça açık olduğu üzere, sosyal yardımlaşmadan maksat beraberce velev dünyevi velev uhrevi zorluklara göğüs germe hususundadır, Benzeri manalarda çokça ayeti kerime ve hadisi şerifler kaynaklarımızda mevcuttur.

Mümin Kendisi İçin Sevdiğini Din Kardeşi İçinde Arzular

Bizim asıl olarak burada işlemeye çalıştığımız husus dış dünyaya yansıyan toplumsal davranış boyutundan ziyade, toplumda hakim olaması istenen temel anlayış ve bireysel anlamda kişiden beklenen kendisi dışında diğerini önemseme, sadece kendi çıkarı için yaşamama halinin ortaya çıkmasıdır. Bir Hadisi Şeriflerine Hazreti Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem);

“Sizden biri, kendisi için sevdiğini (istediğini, arzu ettiğini, dinkardeşi için de sevmedikçe (istemedikçe, arzu etmedikçe) (gerçek maada kamilen) imana eremez.” buyurarak esasen meselelinin çerçevesini ortaya koymuşlardır.

Kısmen mecazi bir ibare olduğu alimlerimizce ortaya konulduğu halde kardeşini kendinden üstün tutmanın iman edememekle ilişkilendirilmesi yüce dinimizin meseleye ne kadar ehemmiyet verdiğini ortaya koymaktadır.

Netice olarak yüce dinimiz İslamiyet ortaya koyduğu değerler ile istediği örnek toplum yapısında yardımlaşma ve iyilik davranışını sürekli kılmak istemektedir. Salt kendi çıkarı için değil adeta tüm kardeşleri için yaşayan, daima bu gaye ve amaç uğruna aksiyon geliştiren ve bunu bir görev değil adet ve yaşama biçimi haline getirmiş bir topluluk meydana getirmek istemektedir.

İyilik Toplumunun İnşası İçin Çalışmalıyız

Bugün bizler bu istenilen ve olması gerekenin neresindeyiz? Bu yüce gayenin hangi kısmındayız? Hedefe ne kadar yakınız? Elbette bu kısım fazlaca irdelenmesi gereken bir husus olmakla beraber bunu gerçekleştirebilecek potansiyel bilgi ve yaşanmış tecrübeye sahip bir dinin ve bu mükemmel pratikten hareketle inşa edilmiş medeniyetin çocukları olarak sadece kendimiz için değil öncelikle kendi memleketimiz ve tüm insanlığın kurtuluşu için sözünü etmeye çalıştığımız erdem sahibi iyilik toplumunun inşası için var gücümüzle çalışmalıyız.

Dünya üzerinde yaşanan tüm olumsuzluklar ve şer odaklarına rağmen kendi doğrumuz ve güzel davranışlarımızla bizzat yaşayarak hakkaniyetli ve insan onuruna yakışır olanı kaim etmeye çalışmalıyız. Bu yüce gaye uğruna Daima usanmadan, Sünneti Seniyye de ve geçmiş büyüklerimizden tevarüsen bizlere öğretildiği üzere güzel bir üslup ve değerlerimize yakışır şekilde, ayrım yapmaksızın önce ahlak ve maneviyat şiarıyla bütün insanlığın kurtuluşu için çaba göstermeliyiz.

Unutmayalım ki bütün işler evvela niyet etmek derdini çekmekle başlar sonrasında fiilen meydana getirilir. Bizler başarmaktan ya da başaramamaktan değil, mücadele etmemekten hesaba çekileceğimize inanmış insanlarız.

Yazarlarımızdan Yusuf Yiğit Beyefendinin, İnsanı İmansızlığa Götüren İyilik Kavramı başlıklı makaleyi okumak için başlığın üzerine tıklayınız!

Yazan - M. Hasan Ünal

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir