Müslüman Sorgulamaz Ancak Tefekkür Eder!

Müslüman Sorgulamaz Ancak Tefekkür Eder!

Müslüman Sorgulamaz Ancak Tefekkür Eder! Sorgulamak ve Tefekkür etmek şüphesiz ki aynı fiiller değildir. Günümüzde ne yazık ki birçok insan, birçok Müslüman, sorgulamakla tefekkür etmeyi aynı kefeye sokmaktadır. Oysaki ikisi arasında önemli farklılıklar vardır. Bu farkları ortaya koymak ise son derece ehemmiyeti haiz bir durumdur.

Çünkü Müslümanlar, sorgulamak fiilinin sihrine kapılıp İslam dinini, Allah’ı, yaradılışı… sorgulamaktadırlar. Oysaki bir Müslüman sorgulamaz ancak tefekkür eder! Bu makalemde de sorgulamak ve tefekkür etmek fiillerini keskin şekilde İnşallah birbirinden ayıracağım.

Sosyal medya mecralarında ağırlıklı olmak üzere, geniş ve özellikle genç kitlelere hitap eden Ateist, Deist, Agnostik görüşlerine sahip olan ve felsefiyi, felsefenin en büyük silahı olan sorgulamak fiilini kendisine rehber edinen bir takım kimseler; felsefe ve sorgulamak silahı ile gençlerin akıllarını zehirlemekteler ve en nihayetinde gençlerin ayağını da kaydırmaktadırlar. Onların İslam dairesinden çıkmasına sebep olmaktadırlar.

Oysaki aşağıda da bahsedeceğimiz üzerine şüpheci ve önyargılı şekilde sorgulamak insanı hakikate kavuşturmaz. Bilakis insanın düşünce sistemini ardı arkası gelmeyen vesveselerle alt üst eder ve hakikatten daha da uzaklaştırır.

Eğer ki sorgulamak insanı hakikate eriştirmiş olsaydı, binlerce yıldır gelip geçen filozofların kaç tanesi hakikate kavuştu? Hiçbirisi hakikate kavuşamadan bir ömrünü şüpheler ve vesveselerle geçirip neden, neden, neden… cenderesinde şüphecilik ve sorgulama bataklığında kaybolup bu dünyadan hiçbir şeyin nedenini kavrayamadan ölüp gittiler!

Ateistler, Deistler ve Agnostikler Evvela Kendi Fikirlerini Sorgulasınlar!

Ateistler, yazdıkları kalemin bile kendi kendine üretilebileceğine iman etmemişken, bir yemeğin bile kendi kendi tesadüfen pişeceğine iman etmemişken, bir bitkinin bile kendi kendine mahsul vereceğine iman etmemişken, kendi kurdukları Ateizm Derneğinin dahi kendi kendine kurulup yine kendi kendine tesadüfen işlediğine iman etmemişken…

Kainatın kendi kendine tesadüfen oluşabileceğine ve bu Kainattaki nizam ve intizamın kendi kendine devam edebileceğine nasıl iman edebiliyorlar? Bu bir çelişki değil midir? Asıl sorgulanması gereken bu değil midir?

Deistler, kurulan bir fabrikanın dahi patron tarafından kendi haline bırakılacağına ve bu takdirde bu fabrikanın kendi kendine nizam ve intizam ile çalışıp üreteceğine iman etmemişken; nasıl oluyor da Kainatın bu kadar başı boş bırakıldığına, nizam ve intizamın tamamen kendi kendine gerçekleştiğine iman edebiliyorlar? Bu bir çelişki değil midir? Asıl sorgulanması gereken bu değil midir?

Agnostikler, daha henüz Tanrının varlığı hakkında dahi kafalarında geliştirdikleri sorulara netlik bile kavuşturamamışken, yani daha aradıkları hakikate kavuşamamışken, nasıl oluyor da bütün hakikatleri içinde barındıran ve ancak tefekkür edilmesi gereken bu hakikatleri sorgulama küstahlığına bürünebiliyorlar.

Öncelikle kendi zihin dünyalarında Tanrının varlığı ya da yokluğu hususundaki şüpheleri gideremeyen bu kimseler, nasıl oluyor da bütün hakikatleri içinde barındıran Allah’ı ve onun bize seçtiği din olan İslam’ı sorguluyorlar? Önce kendi içlerindeki çelişki yumağından sıyrılmaları gerekmez mi? Bu bir çelişki değil midir? Asıl sorgulanması gereken bu değil midir?

Sorgulamak ve Tefekkür Etmek Arasındaki Fark Nedir?

Sorgulamak, bütün konulara şüphe ile yaklaşır ve önceden bir tez geliştirip sonrada o tezin doğru olup olmadığı araştırırlar. Sürekli neden? Sorusunu kullanırlar ve bu nedenlerin içinde kaybolurlar. Şüphecilik hakim olduğu için, zamanla kişiyi aradığı hakikatten daha da uzaklaştırır. Çünkü sorgulamak özü itibari ile şüphecidir. Bu şüphecilik özelliği sebebiyle en sonunda kişinin düşünme sistemi altüst olur, epifiz bezi körelir ve öyle olur ki, artık gözüyle gördüğü gerçeklikten dahi şüphe duyar hale gelir.

Tefekkür etmek, saf ve temiz bir niyetle konuları anlamaya odaklanır. Konulara şüpheci yaklaşmaz ve her şeyi olduğu gibi kabul edip hakikate teslim olur. Olaylara önyargılarla bakmaz. Daima anlama, öğrenme ve keşfetme isteği vardır. Tefekkür ederek insan konuya bilinçle yaklaşır ve bu sayede bilinçte farkındalık artar. Farkındalık arttıkça kişinin epifiz bezi devreye girer. Kişi sonunda görünenin ardındaki görünmeyeni keşfetmeye, hakikatleri idrak etmeye başlar.

Sorgulamanın derininde, şüphe ve kibrin arkasına saklanan korku vardır. Olaylara sürekli şüpheyle ve kibirle yaklaştıkları için, hakikatleri olduğu gibi kabul etmezler ve öğrendikleri her şeye de şüphe ile yaklaşırlar. Şüpheler ve önyargılar üzerine bir takım tezler üretirler ve bu ürettikleri tezlerin arkasına düşüp sürekli olarak doğru ve yanlışın ne olduğunu bulmaya çalışırlar. Doğru ve yanlışı araştırırken öğrendikleri her şeye yine şüphe ve önyargı ile yaklaştıkları için bu durum yeni tezler ve şüpheleri beraberinde getirir. Bu cendere böyle devam eder.

Olaya psikolojik açıdan baktığımız zaman sürekli şüpheci olan bir kimse aynı zamanda evhamlı olur. O kendisine şeytan tarafından verilen vesveselerin kıskacına girer. Hiçbir zaman bir şeyi olduğu gibi kabul etmez. Edindiği bilgilerin hiçbirisine güvenmeyip, sürekli şüphe ve evham ile doğru veya yanlış olup olmadığını araştırır. Bu da kişinin zihin dünyasında kendi kendini kaybetmesine, artık gördüğü gerçeklere karşı dahi şüpheyle yaklaşmasına sebep olur. Zihin ve düşünce dünyası altüst olur.

Oysaki şüphecilikten, önyargıdan, evhamdan ve vesveseden uzak olan duru bir akıl ile konuları anlamaya, öğrenmeye ve keşfetmeye çalışan bir kimse; hakikate kolay erişir. Çünkü her şeyi olduğu gibi kabul eder ve hakikate teslim olur. Bu durum en sonunda o kimseyi görünenin ardındaki görünmeyene ulaştırır. Ulaştığı hakikatlerden ise zerre şüphe etmez. Tefekkürde daha da derinleşerek yeni hakikatleri keşfetmeye ise daima devam eder.

Zaten ortada daima bir şüphe varsa, şüphenin olduğu yerde hakikat yoktur. Hakikat asla şüphe kabul etmez. Eğer şüphe kabul etseydi zaten hakikat olmazdı. Hakikate ise ancak samimi olarak anlamak, öğrenmek ve keşfetmek isteyen kimseler ulaşabilir.

Ancak şüpheleriyle ve önyargılarıyla oluşturduğu tezler üzerinden geliştirdiği sorularla kimse doğruyu bulamaz. Çünkü tezlerinin temeli şüphelerden ve önyargılardan oluşmaktadır. Evvela o şüphelerden ve önyargılardan sıyrılması lazımdır.

İslam Dininde Tefekkür Etmenin Faziletleri

İslam dininde tefekkür etmenin faziletleri pek çoktur. En büyük fazileti ise, kişiyi her daim sıratı müstakim yoluna götürür. Çünkü tefekkür eden bir kimse, eşyaların ardındaki hakikate vakıf olur. Tefekkür eden bir kimsenin imanının kuvveti artar. İlmihal sorularından olan, “Allah’ın varlığına akli delilin nedir?” Sorusuna, “Bu Alemin (Kainatın) varlığı ve bu Alemdeki nizam ve intizamın devamıdır.” Şeklinde cevap verilir.

Birazcık tefekkür eden bir kimse, bu Alemin varlığının ve bu Alemdeki nizam ve intizamın ancak; var olan, ezeli olan, ebedi olan, tek olan, hiçbir benzeri olmayan, hiçbir şeye muhtaç olmayan, diri ve diriltici olan, gizli ve açık olan her şeyi mutlak olarak bilen, her şeyi işiten ve her şeyi gören, ne dilerse onu dilediği gibi işleyen, her şeye gücü yeten, harf ve sese muhtaç olmadan konuşan, yoktan var etme kudretine sahip olan bir yaratıcı (Allah-ü Zülcelal) tarafından mümkün olabileceğini idrak edebilir. Bu idrak sayesinde imanı kuvvetlenir. İman-ı Kamil sahibi olur ve Sıddıklardan olur.

Abdülkadir Geylani Hazretleri şöyle buyurur:

“Kendin hakkında, kendin üzerinde tefekkür et. Tefekkür, kalbin yapacağı işlerdendir. Eğer kendini bir iyiliğe nâil olmuş görürsen, şânı yüce olan Allâh’a şükret. Tersine, eğer bir kötülük görürsen, ondan ötürü de tevbe et.

İşte bu tefekkür sayesinde dînin ihyâ olur, şeytanın da gücünü kaybeder. Bundan dolayıdır ki; ‘Bir saatlik tefekkür, bir gecelik nâfile ibadetten daha hayırlıdır.’ denilmiştir.”

Tefekkür eden Müslüman kulları hakkında Allah-ü Teâlâ Hazretleri Âl-i İmrân Suresi 190. ve 191. Ayet-i Kerimelerinde şöyle buyuruyorlar:

“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün farklı oluşunda aklı selim sahipleri için elbette ibretler vardır.”

“Onlar ayakta dururken, otururken, yatarken hep Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler (ve şöyle derler): Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, seni tenzih ve takdis ederiz. Bizi Cehennem azabından koru!”

Allah-ü Teâlâ’yı sorgulayan değil de tefekkür eden aklı selim sahipleri elbette ki bu Alemin varlığı ve bu alemdeki nizam ve intizamın devamının ancak yukarıdaki sıfatlara sahip olan bir yaratıcı (Allah) tarafından mümkün olduğunu idrak edecektir. Resul-ü Zişân Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) tefekkür ile alakalı bir hadis-i şerifinde şöyle buyurdular:

“Tefekkür gibi bir ibadet yoktur.” (Beyhaki)

Şüphe ile Sorgulamak İnsanı Küfre Düşürür!

Felsefenin özünde şüpheci yaklaşımlarla sürekli olarak sorgulamak gelmektedir. Ancak din teokratiktir. Yani din sorgulanamaz. Allah katında tek geçerli din olan İslam dini şüpheye ve sorgulamaya kapalıdır. Bir Müslüman; Gayr-i Müslim gibi, Ateist gibi, Deist gibi, Agnostik gibi…

İslam dinini sorgulayamaz. Şüpheci bir yaklaşımla İslam dinini sorgulayan o andan iman dairesinden çıkar. Çünkü iman, İslam dinine hiçbir şüphe duymadan kamilen inanmayı şart koşar.

Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin Allah tarafından yaratıldığına, öldükten sonra dirilmenin hak olduğuna, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed Mustafa (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazretlerinin O’nun kulu ve resulü olduğuna; hiçbir şüphe duymadan inanan kimse Müslümandır.

Ancak bunların herhangi birinden şüphe duymak, Allah’ın ayetlerinden herhangi birinden ya da tamamından şüphe duymak kişiyi okun yaydan çıkması gibi iman dairesinden çıkarır!

Ancak bir Müslüman için tefekkür etmek; yani anlamaya, öğrenmeye ve keşfetmeye çalışmak büyük bir ibadettir. Çünkü kişi tefekkür ettikçe öğrenir, anlar ve keşfeder. Bu sayede ise imanı kuvvet bulur.

Fâtır Suresi 28. Ayet-i Kerimede Cenab-ı Hak Teâlâ Hazretleri şöyle buyurmaktadırlar:

“…Allah’tan hakkıyla ancak Alimler korkarlar.”

Bir Müslüman üzerine, öğrenmesi zaruri olan ilimleri öğrenmek farz-ı ayındır. Ömrü boyunca ilim öğrenmeye gayret etmekte yine farz-ı ayındır. Yani bir Müslüman sürekli ilimle iştigal olmalıdır. Öğrendiği ilimle amel etmelidir ve öğrendiği ilim sayesinde sırat-ı müstakim yolunda daim ve kaim olmalıdır.

Şüphe ile sorgulamak tuzağına maalesef ki ilmi zayıf ve anlayışı dar olan, aynı zamanda imanında zafiyet olan Müslümanlar düşmektedirler. Bu tuzaklardan Müslümanları ancak ilim muhafaza eder. O yüzden her Müslüman anne ve baba, evlatlarının dinini doğru şekilde öğrenmesiyle mükelleftirler. Resul-i Ekrem Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadis-i şerifinde buyurduğu gibi:

“İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, dininin gereklerini yerine getirme konusunda sabırlı/dirençli davranıp Müslümanca yaşayan kimse, avucunda ateş tutan kimse gibi olacaktır.” (Tirmizî, Fiten,73; Ebu Davud, Melahim,17)

Cenab-ı Allah Tebâreke ve Teâlâ Hazretleri, Maide Suresi 105. Ayet-i Kerimesinde şöyle buyurmaktalar:

“Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda oldukça, sapıtmış olanlar size zarar vermez…”

Şüphe ile sorgulama silahını kullanarak İslam dinini sorgulayan, nice insanlarında bu sorgulama ve şüphecilik tuzağına düşmesine sebep olan; felsefeyi kendisine rehber edinip korku ve kibir abidesi olan Ateist, Deist ve Agnostiklerin tuzaklarına Müslümanların düşmemesini Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum. Allah-ü Teâlâ bütün fitnelerden, bâtıllardan, şirklerden, şüphelerden, vesveselerden Ümmet-i Muhammed’i hıfzı muhafaza eylesin!

Yazan - Yavuz Şahin

Yavuz Şahin
Bir şeyi bilmek ve istemek başka, onu hayata geçirmek başka şeydir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir