Müslümanlar Üzerindeki Önleyici Sosyolojik Müdahele

Müslümanlar Üzerindeki Önleyici Sosyolojik Müdahele

Uzun bir aradan sonra Derin Tahkik sitemizde yeni bir yazı yazmak için geldim. İnşallah yazılar yazmaya kaldığım yerden devam edeceğim. Bu yazımızda Müslümanlar Üzerindeki Önleyici Sosyolojik Müdahele konusunu ele alacağım. İslam Dünyası geçtiğimiz yüzyılda çok büyük bir travma yaşamış ve bu travmanın neticesinde Müslümanların siyasi ve dini lideri olan Osmanlı İmparatorluğu yıkılmıştır. Yıkılan Osmanlı İmparatorluğu enkazından onlarca devlet doğmuştur. Bunlardan biri de, Laik ve Kemalist olan Türkiye Cumhuriyeti devleti olup, yaptığı ilk icraatlardan birisi Halifeliği kaldırmak olmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti devleti hilafeti kaldırdığı vakitte yapılması gereken iş, ehlül hal vel akd tarafından mümkünse aynı coğrafya da, değilse başka bir İslam coğrafyasında yeni bir hilafet ilanı yapılması olmalıydı. Ancak böyle bir dönem aynı zamanda tüm İslam Dünyasının kafirler tarafından işgal edildiği, İslam Asabiyyesinin tüm Dünya’da adeta ortadan kaldırıldığı bir dönemdi. Bu sebepten Türkiye Cumhuriyeti devleti hilafeti kaldırdığında, yeni bir halifenin ortaya çıkması mümkün olmadı. Hilafeti yeniden ilan edecek bir ehlül hal vel akd olmadığı gibi, hilafeti devam ettirebilecek bir asabiyye de mevcut değildi.

Böyle olunca her Müslüman diyar kendi başının çaresine bakmak zorunda kaldı. Nice diyarlarda mücadele ehli kimseler çıkmışsa da, kafirin karşısında daha fazla direnemedi ve işin sonunda onlarında beli kırıldı. Böylece artık Müslümanların yeni bir asabiyye olarak ortaya çıkması hususunda bütün umutlar tükendi. Ancak zor zamanlar güçlü insanları, güçlü insanlar da güzel zamanları getirirdi.

Böyle zorlu bir zamanda İslam Dünyasından mutlaka birileri, yeni bir asabiyye ortaya çıkarıp eskisinden daha güçlü bir şekilde hilafeti tesis edebilir, yeni İslam orduları kurup kafirle cihada yeniden kaldığı yerden devam edebilirdi. Bunun önüne geçmek için önleyici sosyolojik müdahaleler başladı. Bu önleyici sosyolojik müdahale ise İslam’a Karşı İslam stratejisidir.

İslam’a Karşı İslam Nedir?

Yazının başlığı da olan Müslüman Üzerindeki Önleyici Sosyolojik Müdahale, İslam’a Karşı İslam stratejisinin ta kendisidir. Müslümanların yekvücut bir asabiyye haline gelmemesi için kendi içlerinde bölünüp parçalanmaları ve sonunda ise yönetilmeleri yahut yutulmaları üzerine dizayn edilmiş bir stratejidir.

Müslümanlar arasında itikad ve fikir alanlarında büyük çatışmalar meydana gelecek, Müslüman avamın zihinleri, oluşan itikadi ve fikri kaosla bulandırılacak; bu kaos Müslümanları birbirleriyle uğraştıracak ve nihayetinde birbirini yiyen Müslümanlar, kafirler için tehdit olmaktan çıkıp, istenildiği vakit yutulacak lokmalar haline gelmiş olacaktır.

İslam’a Karşı İslam stratejisinin yedi ayağı bulunmaktadır. Bunlar; Modernist Selefiler, Cihatçı Selefiler, Tebliğci Selefiler, Şialar, Müteşeyyihler, Kuran Müslümanları, Ilımlı ve Demokratik İslamdır. Bu yedi ayağını açıklayıcı olsun diye ben kendim bu şekilde sınıflandırdım. Yoksa genel olarak bu şekilde yedi ana ayak diye sınıflandırsam bile, daha detaylara inildiğinde bunların her birini de sınıflandırabiliriz. Farklı kavramlarla da izah edebiliriz. Şimdi bu yedi ayağı özetle inceleyelim çokta detaya inmeden.

Modernist Selefiler Kimlerdir?

Selefilik dediğimiz şey, kendilerinin Selef-i Salihin itikadı üzerine olduklarını iddia eden ama Selef-i Salihin itikadı ile alakaları olmayan, en temelde Haricilikten çıkma olan ve rehberleri de İbn Teymiyye denen ilminin kendisini saptırdığı alim olan kimselerdir. Ancak günümüzde Selefilik dediğimiz zaman kendi içlerinde de metot farklılıkları, anlayış farklılıkları olan gruplar bulunmaktadır.

Bunlar aynı zamanda genellikle birbirlerini de reddedip tekfir ederler. Kafir düşmanlar tarafından her ne kadar kullanılmaya elverişli olsalar da, bir süre sonra kontrolden çıkıp kendi başlarına da bela olma durumları söz konusudur. O yüzden kafir düşmanlar için, mendil gibi kullanıp atmalık piyonlardır.

Modernist Selefiliğin temelleri de yine İbn Teymiyye görüşlerine dayansa da, buradan yola çıkarak her biri birer Mason olan Şeytanın üç atlısı Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh ve Reşid Rıza ekolünden gelmektedir. Bunlar içtihat kapısını açık tutup Kuran eksenli olarak İslam’a kendilerince modern döneme göre güncel bir yorum getirmeyi amaçlarlar. Yani dini temelden bu şekilde tahrif ederler.

En büyük ilham kaynakları ise Oryantalistlerdir. Çünkü Modernist Selefilik dediğimiz şey aynı zamanda Oryantalizm mahsulüdür. Bu anlayışa göre İslam tarihi baştan sona inhiraf tarihidir. Yani Hak yoldan sapmış arızalı bir İslam tarihi vardır. İslam tarihinin bel kemiğini oluşturan Ehli Sünnet ve Cemaat ana omurga ve bu itikad eksenindeki tasavvufu reddederler. Bunu da öyle sinsi yaparlar ki, sanırsınız hak davada olanlar kendileridir. Onların sinsi tahriflerini anlamak için ilim ve feraset gereklidir.

Seyyid Kutub ve Muhammed Kutub

Seyyid Kutub diye bir aktivist düşünür vardır. Kendisi evvelde Sosyalist görüşlere sahipken sonradan İslam düşüncesi etkisinde kalıyor. Kendisi de Modernist Selefi tabirine oldukça uygun fikirlere sahiptir. Kuran eksenli bir din anlayışını savunur. Sonra evvelden sahip olduğu Sosyalist görüşlerini, Kuran eksenine uydurmaya çalışıp adeta İslam sosu katar.

Batı ile güya fikri bir mücadele içine girer ve bütün tağut fikirlere karşı, Modernist Selefi eksenli bir mücadeleye girer. Ama bunu yaparken de İslam tarihini bir inhiraf tarihi olarak yorumlar. Tarih boyunca var olan Ehli Sünnet ve Cemaat ve tasavvuf eksenli asabiyyeyi, güya mücadele ettiği tağut Batı eksenli fikirlerden daha çok yerer. Yani görünüşte tağut ile mücadele ederken, hakikatta İslam ile hesaplaşmaktadır.

Bunu oldukça sinsi bir şekilde yapmaktadır. Böylece İslam’a karşı İslam ortaya koymuş oluyor. Yani hakiki İslam’a karşı tahrif edilmiş bir İslam anlayışı ortaya koyuyor. Öyle sinsi ki, Ehli Sünnet ve Cemaat olan kimseler dahi onun yularının kimlerde olduğunu idrak edememiştir. Çünkü kullandığı malzeme İslam, Tevhid, Tebliğ ve Cihaddır. Ama hakikatta hedef Müslümanlardır, hedef İslamdır.

Kardeşi olan Muhammed Kutub’ta aslında Ehli Sünnet ve Cemaat anlayışla değil Modernist Selefi anlayışla fikirlerini savunmaktadır. O da tıpkı ağabeyi Seyyid Kutub gibi İslam tarihini baştan sona inhiraf tarihi olarak görmektedir. Tasavvufu bozuk bir yol olarak görmektedir.

Yine itikat ve amel ayrımını reddeder. Bu da Selefi-Vehhabilerin en belirgin görüşlerinden birisidir ve aynı zamanda Mutezile itikadıdır. Bu itikada göre büyük günah işleyenler kafir olurlar. Muhammed Kutub’un görüşleri hakkında malumat almak için Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisine tıklayarak başvurabilirsiniz.

Şimdi bu şekilde İslam anlayışına sahip olan Muhammed Kutub, kardeşinin şehit olduğunu ve ölmeden önce aşırı görüşlerinden tövbe edip Ehli Sünnet’e döndüğünü söylemiş. Buradan yola çıkarak Seyyid Kutub Ehli Sünnet bazı camialar tarafından el üstünde tutuluyor ve onun mücadeleci, fikir ve aksiyon adamı olduğu söylenip Müslüman gençlere ideol olarak gösteriliyor. Ama bakıyorsunuz ağabeyi Seyyid Kutub’un aşırı görüşlerinden döndüğüne şehadet eden Muhammed Kutub’ta aşırı görüşlere sahip gözüküyor. Aşırı görüşlerden kastettiği de ne ola?

Cihatçı Selefi Terör Örgütleri ve Seyyid Kutub

Seyyid Kutub’tan konu açılınca farklı bir güruh olan Cihatçı Selefiliğe değinmemek olmaz diye düşündüm ve bu konu hakkında da birkaç kelam yazmak istedim. Cihatçı Selefiliğin en başında El Kaide terör örgütü gelmektedir. Soğuk Savaş döneminin sonlarında Sovyetlerin Afganistan’ı işgalinde, Afgan halkı büyük bir direniş göstermiştir. Bu direnişe en büyük desteği ise ABD ve Batı Dünyası vermiştir.

O dönemde ABD ve Batı Dünyası kontrolünde olan medya organları, Ortadoğu’da ve Arap Yarımadasında ki Müslümanları, Afganistan’da ki cihada teşvik ettiler ve on binlerce Müslüman cihad için Afganistan’a gitti. Bunlar arasında Vehhabi olanlar ve Usame bin Ladin’de vardı. Sonunda Afganistan, Sovyet İşgaline karşı gösterdiği direnişte muvaffak oldu ve işgal bitti. Üstüne Sovyetler bu başarısızlıktan sonra yıkılma sürecine girdi. Afganistan’daki mücahitler, ABD ve Batı Dünyasında da büyük kahraman olarak görülüyorlardı.

Daha sonra Afganistan’da Ehli Sünnet ve Cemaat itikadında olan ve aynı zamanda tasavvufi bir tarikat olan Taliban (Talebeler) ülke yönetimini tamamen kontrolleri altına aldılar. O dönemde El Kaide’nin Vehhabi itikadını her ne kadar kabul etmiyor olsalar da, onlar kendi saflarında savaştığı için varlıklarına izin veriyorlardı. El Kaide’den çokça kimseler süreç içerisinde Vehhabi-Selefi anlayışından dönüp El Kaide’den ayrıldılar ve Taliban saflarına katıldılar.

Gün geldi ABD’de deki Yahudi Lobisi bir şekilde İkiz Kuleleri kendisi vurdu. Sonra Usame bin Ladin, saldırıyı kendisi yapmadığı halde kendisi yapmış gibi üstlendi. Kimse de, El Kaide örgütünün böyle bir saldırı yapma kabiliyetinin olup olmadığını sorgulamadı. Bir anda gözler Usame bin Ladin ve El Kaide örgütüne çevrildi. ABD ve NATO için artık yeni düşman belliydi. Taliban, Usame bin Ladin’i ABD’ye teslim etmedi. Bunun üzerine ABD, Afganistan’ı işgal etti. Sebebi ise Usame bin Ladin ve El Kaide örgütüydü.

Usame bin Ladin ve El Kaide örgütüne baktığımız zaman, her ne kadar Hanbeli gözükseler de İbn Teymiyye ve Vehhabi anlayışının fikir babası olan Muhammed bin Abdülvehhab yolundalardı. Yine Seyyid Kutub’un Yoldaki İşaretler kitabı başta olmak üzere, Seyyid Kutub’un makaleleri, kitapları kendilerine rehberdi. Temel görüşleri Batı ile cihad olup. Cihadı İslam topraklarından Batıya taşımayı amaç ediniyorlardı. Bu yolda ise Batı ülkelerinde sivillere yönelik terör eylemleri gerçekleştirmeyi cihad olarak kabul ediyorlardı. Halbuki bu düşünceleri ve aksiyonları, İslam ruhuna ve esaslarına tamamen zıttır.

Cihad, gayri müslim ülkelerde terör eylemleri yapmak değildir. Bu şekilde İslam dininin bir terör diniymiş gibi tanınmasına sebep olup, İslam düşmanlığının artmasına hizmet etmekteydiler. Böylece Batı’nın İslam Dünyasına yaptığı askeri operasyonlar ve işgaller, El Kaide ve benzeri örgütlerin yaptığı cihad adı altındaki terör eylemleri sebebiyle Batı Dünyası halkları tarafından da meşruluk kazanmaktaydı ve halktan destek görmekteydi.

Cihatçı Selefi terör örgütlerin varlıkları ve eylemleri Batı Dünyasının, İslam Dünyasını işgali konusunda kendi halklarından destek görmelerine sebep olmaktaydı. Yani Cihatçı Selefi terör örgütleri, Batı Dünyasının kendisi için oluşturduğu yapay düşmanlardı. Mehmet Şahin tarafından yazılan ABD’nin Müslüman Savaşçıları başlıklı makaleyi okumak için başlığın üzerine tıklayınız. Bu makaleyi okuyarak mevzuları biraz daha iyi anlayacaksınız.

Cihatçı Selefi Terör Örgütlerinin bir diğer özelliği ise birbirlerini tekfir ederek kendi içlerinde de sürekli olarak bölünmeleridir. En temelde El Kaide terör örgütünden çıkan örgütler süreç içerisinde Irak ve Suriye’de yayıldılar. Irak ve Şam İslam Devleti olarak ortaya çıkan örgüt kendi içinde de parçalandı. Irak ve Suriye kolları olarak ayrılan örgüt, süreç içerisinde onlarca gruplara da bölünmüştür. Bunlardan bazıları Ilımlı Selefi iken, Bazıları Selefi olmayan Ehli Sünnet olan gruplardır. Bazıları da en koyu Harici zihniyetinde olan gruplardır.

Bunun ayrımı da cidden güçtür. Çünkü hak ile bâtıl karışmıştır. El Kaide DAİŞ’i doğurdu. DAİŞ ise, DAİŞ HORASANİ’yi doğurdu. Vaktiyle El Kaide’nin kendi ülkesinde barınmasına müsaade eden Taliban Hükümeti, bugün DAİŞ HORASANİ örgütüyle mücadele etmektedir. Çünkü bunlar en baştaki Usame bin Ladin ve El Kaide gibi Ilımlı Selefiler olmayıp, en koyu Harici zihniyetine sahip olanlardır.

Cihad öyle bir ibadet ki, ancak Müslümanların en faziletlileri böyle bir ibadete nail olabilir. Muaz bin Cebel’den rivayet edilen hadis-i şerifte Resulullah Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

“İslam’ın en üstün zirvesi Allah yolunda cihattır. Allah yolunda cihada ise ancak Müslümanların en faziletliler nail olur.”

Ancak günümüzce Cihatçı Selefi terör örgütleri, ne yazık ki cihad kavramını farklı bir şekilde tevil edip İslam’ı yayma değil, İslam dininin önünü kesme faaliyeti olarak icra etmektedirler.

Tebliğci Vehhabi Selefi Güruhlar

Tebliğci Vehhabi Selefi güruhlar, Müslümanlar Üzerindeki Önleyici Sosyolojik Müdahale projesinin en önemli sac ayaklarından birini oluşturmaktadır. Özellikle Orta Asya ve Kafkasya’da çok daha yaygın olmakla birlikle, ne yazık ki İslam’ın en hızlı yayıldığı gayri müslim coğrafya olan Avrupa’da da yaygındırlar. Görüşleri, Cihatçı Selefi örgütlerle paralel olmakla birlikte Tebliğci anlayıştan bir anda Cihatçı anlayışa dönmeleri mümkündür.

Tevhid davasını savunurlar. En büyük hastalıkları ise tekfirdir. Cihatçı Selefiler de aynı şekilde tekfircidir. Ama gerek tebliğçi, gerek cihatçı Selefi güruhlarda tekfircilikten kaçınan Ilımlı Selefiler de mevcuttur. Yani kendi içlerinde de ayrışmaktadır. Yine kendi aralarındaki anlayış farklılıklarından dolayı da birbirlerini tekfir ederler.

Tebliğci Vehhabi Selefilerin tebliğ metoduna göre Müslüman da olsanız siz bir şekilde şirke düşmüş kendini Müslüman zanneden kimselersiniz. Mutlaka bir şekilde Allah’tan başka bir şeye tapıyorsunuzdur. Bu hocanız olabilir, şeyhiniz olabilir, siyasi lideriniz olabilir, mevcut devlet rejimi olabilir. Siz buna taptığınız için onlara göre Müslüman değil müşriksiniz. O yüzden size evvela Tevhid inancının tebliğini yaparlar.

Onların tebliğ ettiği Tevhid inancını kabul etmezseniz, dini ibadetleri ne kadar yapsanız da, İslam ahlakıyla ne kadar ahlaklansanız da kafir oluyorsunuz. O yüzden mutlaka onların Tevhid davetini kabul etmeniz gerekir. Ancak o şekilde hakiki Tevhid ehli bir Müslüman olabilirsiniz. Yani özetle, Cenab-ı Allah’ın, Kuran-ı Kerim’de kafirler için indirdiği ayetleri Müslümanlar üzerine atfederek cümle Müslüman’ı tekfir ederler.

Buhari’de geçen bir hadis-i şerif:

“Onlar kafirler hakkında inen ayetleri, Müslümanlar üzerine atfederler.”

Bu şekilde tekfir edip sonra Tevhid propagandası ile Müslümanların zihinlerini bulandırıyorlar. Aynı şekilde Tevhid ve cihad kavramlarını kendi kıt anlayışlarına göre tevil edip Müslümanları kafirlerin emellerine hizmet ettirirler. Bunu yaparken de sanki İslam’a hizmet ediyorlarmış gibi algı oluştururlar. Tebliğ, Tevhid ve Cihad diyerek kafirin piyonluğunu yapıp tüm faaliyetleri ile İslam dinine ve Müslümanlara zarar verirler.

Şiaların Amacı Nedir?

Müslümanlar üzerinde uygulanan önleyici sosyolojik müdahalenin en önemlilerinden birisi de Şialardır. Bazı hayalperest gafiller yahut gafil olmayan ama Müslüman tabanın aklını karıştırmayı amaçlayan yuları kimin elinde olduğunun belirsiz olduğu tipler, Sünniler ve Şialar kardeştir diyorlar. Mezhep savaşları yapmayalım diyorlar. Onlarda Müslüman diyorlar.

Oysaki tarihe baktığımız zaman fitnenin kapısı Hazret-i Osman radıyallahu anh şehadetiyle açılmıştır. Bunu yapanlar, bugünkü Şialığın eski ismi olan Yahudi iken güya Müslüman olan Münafık İbn-i Sebe’nin oluşturduğu Sebeiyye güruhudur. Aynı fitneden sonra kendi sonlarının gelmemesi için Cemel Vakıasının gerçekleşmesine sebep olanlar yine Sebeiyye topluluğudur. Daha sonrasında yaşanan bütün hadislerde, Kerbela hadisesi dahil bunların sebebiyle gerçekleşmiştir.

İsmi sonraları değişmiş, kendi içlerinde de kollara ayrılmışlardır. Oldukça sapkın görüşlere sahipler. Onların kimine göre Cebrail Aleyhisselam haşa şaşırmış ve Hazret-i Ali peygamber olacakken, Hazret-i Muhammed’e peygamberliği tebliğ etmiş. Sallallahu aleyhi ve sellem. Ya da bazıları der ki, Hazret-i Muhammed her ne kadar peygamber olsa bile, Allah (haşa) Hazret-i Ali’nin bedenine hulul etmiştir. Yani (haşa) Hazret-i Ali, Allah’tır.

Bunlar yine reankarnasyona inanırlar ve bu inançlarından dolayı da Allah haşa sırasıyla 12 imamın içine girmiş en son 12. İmam olan İmam Mehdi’nin içindedir. İmam Mehdi’de ortadan kaybolmuştur ve ahir zamanda ortaya Şiaların lideri olarak çıkacak ve bütün Sünnilerden intikam alacak. Bu güruh Hazret-i Ebubekir’e, Hazret-i Ömer’e, Hazret-i Osman’a, Hazret-i Muaviye’ye koyu nefret besleyip lanet ederler.

Resulullah Efendimiz’in sallallahu aleyhi ve sellem mübarek eşi Hazret-i Aişe Validemizden de nefret edip iftiralar atarlar. Nice sahabeden de aynı şekilde nefret edip lanet okurlar. Çorap üzerine mesh caizdir derler. Muta nikahı caizdir derler. Beş vakit namazın 2 vaktini inkar ederler. Bazıları 10 tane Sünni Müslüman’ı öldüren Şia’nın artık hangi günahı işlerse işlesin kesin olarak Cennet’e gireceğine inanırlar. Onlara göre bütün imamlar masumdurlar. Yani asla günah ve hata işlemezler.

Yine 12. İmama vekalet eden liderleri de masumdurlar ve asla hata işlemezler. Ayrıca Şia inancında bütün sırları kavrayıp dereceleri geçenler, ayetlerin zahiri manalarının haricinde bâtıni manalarını da idrak edenler artık istedikleri günahı işleseler de, dini amellerini yapmasalar da onlar için bir sorumluluk yoktur. Çünkü asıl mesele ayetlerin bâtıni manalarını anlamaktır. Bunu anladıktan sonra sorumluluk kalkar. Ayrıca Şialar Kuran-ı Kerim’in değiştirildiği iddia etmektedir. Akıl tutulmasına sebep olacak daha nice bozuk itikatları vardır. Bu saydıklarımın herhangi birisini kabul eden kimse açık şekilde kafir olur.

Bu kadar bozuk itikatta olan Şialar ile, doğru yolun sapık kollarından münezzeh olan Ehli Sünnet ve Cemaat Müslümanların (Sünnilerin) kardeş olması, birlik olması mümkün mü? Tarih boyunca bakıldığı zaman Şialar her fırsat bulduklarında Sünnilere saldırmışlar, zulmetmişler. Ama her seferinde kendilerinin hakkından gelen Sünni liderler ve komutanlarda çıkmıştır. Şialar Büyük Selçuklu Devletinin kurucusu olan Tuğrul Bey’i, Osmanlı İmparatorluğu’nun 8 yıllık sultanlığa 80 yıllık iş sığdıran büyük sultanı Halife Yavuz Sultan Selim Han’ı asla sevmezler.

Bazı kimseler Abbasiler devrinde yazılan Emeviler hakkındaki kaynakların etkisiyle Emevilerin hakkını yerler. Ama o devirde yanlışları olsa bile eğer Emeviler olmasaydı bu Ümmet için iki yol vardı. Ya Şia olacaklardı, ya da Harici olacaklardı. Emevilerin tarihine baktığımız zamanda sürekli olarak bu iki güruhla mücadele etmiş ve bellerini kırmıştır.

Şialar sürekli olarak Ehl-i Beyt’i kendi bozuk davalarına alet etmek istemişlerdir. Bu sebepten Emeviler, Şialar ile mücadele ederken adaletten sapıp Ehl-i Beyt soyundan gelenlere de zulmettikleri, zor zamanlar yaşattıkları olmuştur. Bunların en başında ise Resulullah Efendimiz’in sallallahu aleyhi ve sellem torunu olan Hazret-i Hüseyin’in radıyallahu anh Kerbela Hadisesinde şehit edilmesi gelmektedir. Bu işin sebebi de yine Şialardır.

Günümüzde Şia İran’ın Amacı

Tarihte Mısır’da kurulan Fatımiler’den ve Osmanlı İmparatorlu devrinde yine İran diyarında kurulan Safevilerden sonra, Şiaların lideri olan üçüncü büyük devlet İran İslam Devletidir. Şia İran’ın amacı da, tıpkı tarihteki Fatımiler ve Safeviler gibi Sünnilerle mücadele etmek, bütün İslam beldelerinde Şia propagandası yapmak ve Müslümanları Şialaştırmaktır. Böylece kendi hegemonyasını tesis etmektir.

Gücü kendi elinde bulundurduğu yerlerde Sünnilere zulmederken ve onları katlederken, gücü kendi elinde bulundurmadığı yerlerde takiyye yapıp sanki Sünnileri de kardeş olarak görüyorlarmış gibi, aynı şekilde inançlara sahipler gibi hareket etmektedirler. Bunun adı ise zaten Münafıklıktır. Bu şekilde takiyye yaparak sinsice Şialığın görüşleri ile Sünnilerin itikatlarına suikast yapmaya çalışmaktadırlar. Bunun içinde kendilerince propaganda stratejileri mevcuttur. Bu propaganda stratejilerinin temelinde ise takiyye yatmaktadır.

İslam Dünyası içerisinde İran coğrafyasını kendine merkez edinmiş ve konumu itibariyle adete İslam Dünyasının coğrafi olarak ta birleşmemesine hizmet etmektedir. İran sebebiyle Türkiye ve Horasan, Maveraünnehir arasında coğrafi bir bağlılık yoktur. Yine Afganistan ve Pakistan bölgesiyle coğrafi bağlılık yoktur. Ayrıca Irak ve Suriye’de ki Şialığın kollarının rejimleri sebebiyle Arap Yarım Adası ve Mağrib bölgesiyle de coğrafi bağlılık yoktur. Olsa bile oralarda da Vehhabilik, Selefilik, Modernist Selefilik akımları hakimler. Sünniler bir asabiyye değiller.

İran propaganda amaçlı olarak ABD ve İsrail ile güya düşmanmış gibi gözükmektedir. Bu şekilde kendisini İslam Dünyasının bir neferi ve lideri gibi gösterip sempati kazanmayı ve Şialığın böylece Sünniler arasında daha kolay kabul görmesini amaçlamaktadır. İsrail Düşmanlığı üzerinden İran’da rejim kendini beslemektedir. Ama düşmanlığın sahte olduğunu anlamamak için de aptal olmak lazımdır.

Hakikatte hem tarihte, hem de günümüzde Şiaların cihadı sadece Sünni Müslümanların üzerine olmuştur. Günümüzde de böyledir. Irak’ta Şialar kimlerle savaşıyor? Suriye’de kimlerle savaşıyor? Yemen’de kimlerle savaşıyor? Söylemlerine bakınca ABD ve İsrail’e en büyük düşman kendileri sanırsınız. Ama eylemlerine bakacak olursanız, günümüzde dahi sadece Sünnilerle savaştıklarını açık bir şekilde göreceksiniz.

Müteşeyyihlerin Açmış Olduğu Dalalet Yolu

Tarih boyunca tasavvuf yolunda şeyhler de oldu, müteşeyyihler de oldu. Tasavvuf, şeriatın en ağır şekilde yaşanmasıdır. Allah Azze ve Celle, Hucurat Suresi 13. Ayette: “Doğrusu Allah katında sizin en üstün olanınız, en takvalı olanınızdır.” Buyurmaktadır.

Kur’an tahrif edilmesin diye dört büyük halife devrinde nasıl hafız sahabelerden oluşan bir heyet eliyle titizlikle bir kitap haline getirilmişse ve daha sonra da nasıl çoğaltılmış ise, Din nasıl ki bozulmasın diye Selef-i Salihin döneminde müçtehid Selef Alimler tarafından oluşturulan hak mezhepler vesilesi ile belli bir disiplin ile sistemli hale getirilip koruma altına alınmışsa, aynı şekilde takvalı olmak için Ehli Sünnet ve Cemaat yolunun içinde tasavvuf anlayışı bir disiplinle sistemli hale getirilmiştir.

Denilebilir ki, tasavvuf yolu takva sahibi olmanın en kestirme yoludur. Ama bunun için gerçek bir Allah dostu ve alim olan şeyhe mürit olmak gerekir. Eğer müteşeyyihe (şeyh olmadığı halde şeyhlik davası güden) mürid olursa bir kimse, dine en büyük zararı o verir. Kaldı ki müteşeyyihler ve cahil sofiler yüzünden tasavvuf yolu yanlış anlaşılmaktadır. Bu da bilinçli olarak yapılan bir şeydir.

Müteşeyyihlerin en önemli özelliği, hakiki manada kutta-i tarik (hak yolun önünü kesen eşkıya) olmalarıdır. Müteşeyyihler yüzünden nice Müslümanlar iyi niyetle girdikleri bu tasavvuf yolunda dalalete düşerler. Öte yandan Ehli Sünnet ve Cemaat yolunun karşısında olan Fırak-ı Dalle Selefiler de, özellikle tasavvuf üzerinden Ehli Sünnet ve Cemaat yoluna saldırırlar ve Müslümanları genel olarak şirke düşmekle itham edip tekfir ederler.

Müteşeyyihlerin ve onlara tabi olup dalalete düşen cahil sofilerin hallerini de Selefiler kendilerine delil olarak gösterirler. Böylece aslında haklı olmadıkları dava da, haklı gibi gözükürler. Nasıl da birbirine bağlantılı bir önleyici sosyolojik müdahale operasyonu ile karşı karşıyayız.

Müteşeyyihler aynı şekilde tarihteki bazı büyük veli ve alim olan şeyhlerin eserlerinde geçen ve derin bir tevile muhtaç olan ibareleri kendilerine şiar edinirler ve bu şiar üzerinden şeriata aykırı işlerini meşrulaştırırlar ve kendilerine tabi olan dalalete düşmüş cahil sofileri mankurtlaştırırlar. Cahil sofiler de dinlerini iyi bilmediklerinden, şeyhlerini tenkit etmenin, ona muhalefet etmenin neticesinde Allah’ın gazabına uğramaktan korkarlar. Halbuki Allah’ın en büyük gazabı, bir müteşeyyihe mürit olmak değil midir?

Bu müteşeyyihler aynı zaman da Ehli Sünnet ve Cemaat yolundaki Müslümanlar arasında tefrikaya sebep oluyorlar. Müslümanları, tasavvuf konusundaki tartışmalardan dolayı birbirlerine ciddi şekilde düşman yapıyorlar. Tasavvuf ile alakalı ancak derin ilim ve hikmet ile idrak edilebilecek meseleler, bu müteşeyyihler ve cahil sofiler yüzünden cümle insanın ağzında sakız haline geliyor ve ilimden, hikmetten uzak nice insanlar bu konularda lüzumsuz tartışmalara girerek birbirlerine olmadık zanlar da bulunabiliyor.

Selefiler de bunlardan yola çıkarak tasavvufa saldırıyor ve Tevhid propagandası ile nice Müslüman’ı tekfir ediyor. Onlara uyanlar cahil Müslümanlarda aynı şekilde tasavvuf aleyhtarı olup topyekun olarak tasavvuf ehlini tekfir ediyor. Hak ve bâtıl birbirine karışıyor ve Müslümanlar arasında fitneler birbirini takip ederek büyüyor.

Böyle bir durumda Müslümanların kardeşliğine büyük zararlar veriyor. Oysa ki Cenab-ı Hak Tebareke ve Teala, Hucurat Suresi 10. Ayette: “Müminler ancak kardeştirler, öyleyse iki kardeşinizin arasını düzeltin, Allah’a itaatsizlikten sakının ki rahmetine mazhar olasınız.” Buyurmaktadır.

Kuran Müslümanlığı Nedir?

Allah Azze ve Celle, Hicr Suresi 9. Ayette: “Kesin olarak biliniz ki bu kitabı kuşkusuz biz indirdik ve onu mutlaka koruyan da yine biziz.” Buyurmaktadır. Yani Kuran-ı Kerim’in tek bir harfi bile Kıyamete kadar asla değiştirilemeyecektir. Nitekim 14 asırdan beri de değiştirilememiştir. Ancak Kuran-ı Kerim’i asla değiştiremeyeceğini anlayan din düşmanları, Kuran-ı Kerim’in manasını tevil etme noktasında bir tahrifata girişmektedir. Bu hususta da en büyük engel Sünnet-i Seniyye ile Müçtehit ve Rabbani İslam Alimleridir.

Kuran-ı Kerim’i farklı yorumlamak suretiyle dini bozma gayesi güdenler, Resulullah Efendimiz’i sallallahu aleyhi ve sellem sadece Kuran-ı Kerim’i tebliğ etmekle vazifeli olan haberci elçi konumuna indirerek hadislerin neredeyse hepsinin uydurma olduğunu söyleyerek tek kaynağın Kuran-ı Kerim olduğunu savunurlar.

Müçtehit ve Rabbani İslam Alimlerini de aşağılayarak kişinin tek rehberinin Kuran-ı Kerim olması gerektiğini, ancak bu şekilde saf İslam anlayışına sahip olunabileceğini savunurlar. Ancak bunu yaparken de Kuran-ı Kerim’in ayetlerini kendi kıt anlayışlarına göre tevil ederek takipçilerine Kuran-ı Kerim bize bunu anlatmak istiyor demektedirler.

Kuran-ı Kerim’in tek kaynak olduğunu savunup sayısız kitaplar, tefsirler yazarlar Kuran-ı Kerim’i anlatmak adına ve böylece kendi savundukları tezi yine bu eylemleriyle kendileri çürütürler. Yani iki ruhluluk ve samimiyetsizlik yaparlar.

Sadece Kuran-ı Kerim’in kaynak olması gerektiğini savunarak, Müslümanlar arasında yeni ve çok sayıda fitnelere sebep olurlar. Herkes kendi anlayışına göre Kuran-ı Kerim’i yorumladığı zaman da iman dairesinden çıkması kaçınılmaz olur. Üstelik Müslümanlar arasında yeni tartışmalar ortaya çıkar ve İslam’ın karşısına sürekli yeni İslamlar ortaya çıkar.

Kuran Müslümanlığı denen bu fitne, aslında Kuran-ı Kerim’i yorumlama yoluyla tahrif çalışmasıdır. Amaç açıkça dini bozup yıkmaktır. Daha evvel yazmış olduğum ➡️ Kuran Müslümanlarının Amacı Nedir? ⬅️ Başlıklı makaleyi, başlığın üzerine tıklayarak okuyabilirsiniz.

Ilımlı ve Demokratik İslam

Ilımlı ve Demokratik İslam, Müslümanlar Üzerindeki Önleyici Sosyolojik Müdahalelerin en önemlilerinden birisidir. Cihatçı Selefilik nasıl ki cihad gibi en faziletli bir ibadeti amacından saptırma görevi görüyorsa, Ilımlı ve Demokratik İslam projesi de, cihad kavramını tevil edip Müslümanlara unutturmak ve Küfür rejimlerle barış ve uyum içinde yaşamak gibi bir amaca hizmet etmektedir.

Ilımlı ve Demokratik İslam anlayışına göre bir Müslüman kendi özelinde dinini yaşayabilir, ibadetlerini yapabilir, helallere dikkat edip kendini haramlardan koruyabilir, ruhani olarak kendi nefsini terbiye edebilir. Ama mevcut siyasi, iktisadi ve sosyal düzen aleyhinde hiçbir şekilde diliyle ya da eliyle mücadele etmemelidir. Dini hayat başka; siyasi, iktisadi ve içtimai hayat başkadır. Bu anlayışa göre namazını kıl, orucunu tut, zekatını ver, kurbanını kes, zikrini çek… gerisi Müslüman’ı ilgilendirmez.

Demokratik ve Laik olan rejimle de hiç ters düşmeden ve hatta bu rejimin bir lütuf olduğunu kabul ettirmeye çalışan bu anlayış, Müslümanların tağuta karşı aksiyon almasını engellemeyi, sisteme itaat eden modern köleler haline gelmesini sağlamayı amaçlamaktadır. Dahası ise, sisteme muhalif olup aksiyon alanların ise dine ihanet içerisinde olduğunu kabul ederler. Bu şekilde İslam’ın karşısına yine başka bir İslam anlayışı çıkmış olur.

Hülasa Olarak Sonuç

Fırka-i Naciye olan tek hak yol, Ehli Sünnet ve Cemaat itikadıdır. Bu itikat üzere olan Müslümanlar tarih boyunca hem kafirle, hem de fırak-ı dalle ile cihad etmişlerdir. Din bozulmadan bugünlere Ehli Sünnet ve Cemaat itikadına mensup Rabbani Alimler vesilesi ile gelmiştir. Tarihin hiçbir döneminde Müslümanlar, bu devirde olduğu gibi başsız ve çaresiz kalmadılar. Bugün İslam nizamı tamamen yıkıldı.

Ama bir gün elbette birileri bu nizamı tekrar tesis edecektir. İşte bunun önüne geçmek için de, önleyici sosyolojik müdahale olarak İslam’a Karşı sahte bir İslam anlayışı çıkardılar. Yani diğer tabirle sayısız kutta-i tarikler çıkardılar. Ne yazık ki Müslümanların birçoğu da az ya da çok bu kutta-i tariklerin tuzağına düşmektedir.

Eğer Müslümanlardan yeni bir asabiyye oluşacak olsa, bunun önünde ki en büyük engel, hakiki İslam dininin karşısına çıkan kutta-i tarik olan sahte İslam anlayışlarıdır. O yüzden bunlarla da ilmi anlamda derin ve çetin bir mücadele gerekmektedir.

İlmi bir otorite tesis edilmeden, siyasi bir otoritenin tesisi de imkansızdır. Hem ilmi hem de siyasi otoritenin tesisinin önünde ki en büyük engel İslam’a Karşı İslam’dır. Hakiki İslam dininin karşısında olan kutta-i tarik sahte İslam, Müslümanların kendi içindeki iç düşman olup, büyük çoğunluğunun yularını dış düşman olan kafirler tutmaktadır. Biz biliyoruz ki hayrın ve şerrin yaratıcısı Cenab-ı Hak’tır.

Allah Azze ve Celle Âl-i İmrân Suresi 54. Ayette şöyle buyuruyor:

“(Yahudiler) tuzak kurdular. Allah’ta onların tuzaklarını bozdu. Evet, Allah tuzak bozanların en hayırlısıdır.”

Yazan - Yavuz Şahin

Yavuz Şahin
Bir şeyi bilmek ve istemek başka, onu hayata geçirmek başka şeydir.

Bir Yorum

  1. Avatar

    SAF İslam söylemi (Kur’an Müslümanlığı) SAF Müslümanları kandırma eylemidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir