Günümüzde Selefi-Vehhabi ideolojisine mensup olan malum güruh Müslüman nesilleri, Selefi Salihin Akidesi Aldatmacası ile oyuna getirmektedirler. Kendi bidat görüşlerinin Selefi Salihin ‘e ait olduğunu savunup, bu şekilde asıl Ehli Sünnet ve Cemaat olan biz Müslümanlara ve ümmetin en hayırlıları olan Selefi Salihine iftira atıyorlar.
Okudukları belli başlı ayeti kerimeleri ve hadisi şerifleri ise kendi bozuk davalarını meşrulaştırmak için propaganda malzemesi olarak kullanıyorlar. Müteşabih ayeti kerimeleri kendi kafalarına göre zahiri şekilde yorumluyorlar. Kendilerinden olmayanları ise çok kolay tekfir edebiliyorlar.
Hakiki Ehli Sünnet ve Cemaat Akidesi
Hakiki Ehli Sünnet ve Cemaat akidesi, itikatta iki, amelde dört hak mezhepten müteşekkildir. İtikattaki mezhepler, Maturidilik ve Eşarilik mezhepleridir. Ameldeki mezhepler ise; Hanefi, Şafi, Hanbeli ve Maliki mezhepleridir.
Bunların haricinde olanların tamamı istisnasız Ehli Bidattir. Ama günümüzde Selefi Salihin akidesi aldatmacası ile, kendilerini Selefi Salihin yolunda olarak lanse eden Selefilik fırkasınında itikatta hak mezhep olduğunu söyleyenler vardır. Halbuki İslam’da hiçbir dönemde Selefilik diye bir mezhep olmamıştır.
İtikadi olarak Selefi Salihin yolunda olan tek mezhep vardır. O da Ehli Sünnet ve Cemaat Mezhebidir. Yani İslam’ın kendisi Selefi Salihin yolunda olan Ehli Sünnet ve Cemaat itikadıdır. Yani İslam=Ehli Sünnet ve Cemaattir. Ancak bunlar Selefi Salihin akidesini, Ehli Sünnet ve Cemaat şeklinde propaganda yaparakta kavram karmaşası oluşturuyorlar ve kendilerini Ehli Sünnet ve Cemaat olarak tanımlıyorlar. Bilmeyenler ise bunların Ehli Sünnet ve Cemaat olduklarını zannediyorlar.
Selefi Salihin Kimlere Denir?
Selefi Salihin kimlere denir? Sorusunun cevabını vererek, Ehli Sünnet ve Cemaat’in tek hak akide olduğunu anlamak daha da kolaylaşacaktır. Çünkü Selefiler, Selefi Salihin akidesi aldatması ile kendilerini Ehli Sünnet ve Cemaat olarak tanımlıyorlar ve bunların izinden gidenlerde, Ehli Sünnet ve Cemaat akidesi öğrendiklerini zannediyorlar. Halbuki Selefilik-Vehhabilik ideolojisini öğreniyorlar farkında değiller.
Selefi Salihin dediğimiz dönem; ashab-ı kiram, tâbin ve tebe-i tâbin dönemidir. Yani ashab-ı kiram zaten Peygamber Efendimiz döneminde yaşamış olan Müslümanlardır. Tâbin, Peygamber Efendimiz (aleyhisselâtüvesselam) döneminde değilde, ashab-ı kiram devrinde yaşamış olan Müslümanlardır. Tebe-i Tâbin ise, ashab-ı kiram devrinde değilde, tâbin devrinde yaşanış olan Müslümanlardır. Bu üç döneme ise Selefi Salihin dönemi denilmektedir.
Amelde mezhep imamlarımızdan İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri, tâbindendir. İmam İdris-i Şafi Hazretleri, İmam Ahmed bin Hanbel Hazretleri ve İmam Malik bin Enes Hazretleri ise tebe-i tâbindendir. Allah hepsine rahmet eylesin!
Bir Müslüman, bu dört büyük imamdan birisinin mezhebine tabi olarak Selefi Salihin yoluna, Ehli Sünnet ve Cemaat yoluna tabi olmuş olur. Bu vesileyle kamil bir İslam inancına sahip olur ve İslamı en doğru şekilde yaşayabilir.
Selefi Salihine Atılan İftiralar
Kendilerinin Selefi Salihin akidesinde, sözde gerçek Ehli Sünnet ve Cemaat olarak tanımlayan bu malum Selefi-Vehhabi güruh, müteşabih ayetlere kendi kafalarından zahiri anlamlarına göre mana vererek bozuk fikirlerini meşrulaştırma çabasına girerken, Selefi Salihin akideside bu şekildedir diyorlar. Ashaba, Müçtehid olan mezhep imamlarımıza ve selefin büyüklerine iftira atıyorlar.
Hazreti Ömer’in (radıyallahü anha) halifeliğinin ilk döneminlerinde müteşabih ayetler hakkında kendi kafasına göre hüküm çıkaran Subeyğ isimli birini duyduğunda huzuruna getirtir ve kendisini cezalandırır. Onun bu tutumu, Yahudilerin Kuran-ı Kerim hakkında çelişki taşıyan bir kitap diye ithamda bulunmaları ve müteşabih ayetleri tevile kalkışmalarıyla irtibatlıdır.
Müteşabih Ayetlerle Kalpleri Eğri Olanlar Meşgul Olurlar
Hakiki İslam olan Ehli Sünnet ve Cemaat İtikadından sapan bütün Ehli Bidat cereyanlara baktığımız zaman, hepsinin müteşabih ayetleri kendi kafalarına göre yorumladıklarını ve bu suretle sapkınlığa ve kötü delalete düştüklerini şiddetle müşahade etmekteyiz. Cenab-ı Hak Tebareke ve Teâlâ Hazretleri aşağıdaki ayet-i kerimelerde her şeyi açıkça belirtmiştir.
Sana bu kitabı indiren O’dur. Kitabın bir kısım âyetleri muhkem olup bunlar onun esasını teşkil ederler. Diğer kısımlar ise müteşabihtirler. Kalplerinde eğrilik olan kimseler onun sadece müteşabihleri ile meşgul olurlar. Bundan maksatları, sırf fitne çıkarmak ve kendi anlayışlarına göre yorumlamaktır. Halbuki onların gerçek mânâlarını yalnız Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar ise, onların mânâlarını anlamaya çalışmakla beraber, asıl maksat ve mânâlarını Allah Tealâ’ya havale edip; ‘Allah’ın maksadı ne ise biz ona inandık. Gerek muhkemi, gerek müteşabihi hepsi Rabbimiz tarafından gönderilmiştir…’ derler. Bunu ancak kamil ve öz akıl sahipleri düşünebilirler… Ve onlar sözlerini şu duayla bitirirler: ‘Ey bizim yüce Rabbimiz! Doğru yola erdirdikten sonra kalplerimizi yanlışa saptırma, yüce katından bize rahmet bağışla. Şüphesiz sonsuz lütuf sahibi olan ancak Sensin. (Âl-i İmrân Suresi 3./7./8. Ayet-i Kerimeler)
Kendilerini Selefi Salihin akidesi Ehli Sünnet ve Cemaat olarak tanımlayan ehli bidat Harici=Selefi=Vehhabi tayfası, müteşabih ayet-i kerimeler üzerinden fitneler çıkarıp Ümmeti Muhammed’i bölmüşlerdir. Bu kadar açık olan ayet-i kerimelere rağmen, bu bidat tayfasının Selefi Salihin ile Ehli Sünnet ve Cemaat yolunda olduğuna inanmak mümkün değildir.
Teşbih ve Tecsim İnancı
Selefi/Vehhabi tayfanın bozuk itikatlarının temelinde Teşbih ve Tecsim inancı yatmaktadır. Teşbih ve Tecsim inancı ilk olarak Yahudilerde ortaya çıkmış bir inançtır. Tahrif edilmiş Tevrat’ın ilk bölümünün 26. cümlesinde: “Tanrı kendi suretimizde insanı kendimize benzer yaratalım dedi. Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun.” yazmaktadır.
Teşbih ve tecsim (benzetmek ve cisim olduğunu düşünmek, onun üç boyutlu olduğunu kabul etmek) inancı İslam’ın içine müşebbihe ve mücessime denilen gruplar vasıtasıyla gelmiştir. Halbuki Allahü Teâlâ yaratılmış olan hiçbir şeye benzemez. Şura Suresinin 11. Ayet-i Kerimesi şu şekildedir:
“O, gökleri ve yeri daha önce bir benzeri olmaksızın yoktan yaratandır. O size kendi cinsinizden eşler, hayvanlardan da çiftler yarattı. Sizi ve hayvanları bu düzen içinde üretip çoğaltmaktadır. O’nun benzeri gibi hiçbir şey yoktur. O, her şeyi hakkıyle işiten, her şeyi hakkıyle görendir”
İhlas Suresinin 4. Ayet-i Kerimesi:
“Hiçbir şey O’na denk değildir.”
Selefi/Vehhabi tayfası, kendi bozuk Yahudilikten devşirme teşbih ve tecsim inancını bu İslam Ümmetine Tevhid akidesi diye yutturmaya çalışmaktadır. Bir takım mecazi ve bâtîni anlamlar taşıyan ve müteşabih ayet-i kerimelerle meşgul olan Vehhabi/Selefi tayfası, bu ayetlerden çıkardıkları anlamlarla mekandan münezzeh olan Allahü Azimüşşan’a mekan isnad ettiler, yaratılmış hiçbir şeye benzemeyen Allah’ı yaratılmış olanlara benzettiler.
Allahü Teâlâ’nın Zâtı Hakkında Düşünmek Caiz Değildir
Bu Kainatın tamamı Allah Tebareke ve Teâlâ Hazretlerin yoktan yaratmasıyla meydana gelmiştir. Canlı ve cansız her şeyi Allah yoktan yaratmıştır. Zamanda, mekanda, yönde sonradan yaratılmıştır. Her türlü canlıda ve mahlukatın en şereflisi olan insan ve insanda bulunan organlarda (el, yüz, göz, kulak…) sonradan yaratılmıştır. Akla gelen gelmeyen her şey sonradan yaratılmıştır. Dolayısıyla bunların üzerinden, yani akla gelen gelmeyen bütün yaratılmış olan her şey üzerinden Allahü Teâlâ’nın zâtı hakkında düşünmek caiz değildir. Müteşabih ayetlerle Allah’ın zâtı hakkında kafa yormak caiz değildir. Zira yukarıda zikrettiğim Araf Suresinin 3./7./8. ayetlerinde müteşabih ayetler hakkında ancak kalpleri eğri olanların kafa yoracağı belirtilmiş. O halde her Müslüman, bu ayetler üzerinden bidate düşenlerden kaçmalıdır. Bu ayetler hakkında kafa yormayıp, sadece iman etmelidirler. Çünkü müteşabih ayetler hakkında kafa yormak, insanı kaçınılmaz olarak bidate ve küfre sürükler.
Hakiki Ehli Sünnet ve Cemaat itikadına göre Allah’ın zâtı hakkında düşünmek caiz değildir. Allah hiçbir şeye benzemez, benzetilemez. Akla ne gelirse Allah o akla gelenden beridir. İnsan aklı, Allah’ın zatını anlamaktan acizdir. Hakiki Ehli Sünnet ve Cemaat itikadı ise, İslam’ın kendisidir. Allah kelamı olan Kuran-ı Kerim’deki müteşabih ayetler üzerinde kafa yorup, bu ayetlere verdikleri zahiri manalarla Ümmet içinde fitneye sebep olan ve ayrılık çıkaranlardan, Kuran-ı Kerim’in sahibi olan Cenab-ı Allah’a sığınırız! Allah onların fitne ateşlerini söndürsün!
Selefilerin Atası İbni Teymiyye
Kendilerini Selefi Salihin akidesi Ehli Sünnet ve Cemaat olarak takdim etmek suretiyle, Selefi Salihin akidesi aldatmacası yapan Vehhabi-Selefi tayfanın izinden gittikleri atalarına baktığımız zaman, karşımıza Selefiler tarafından sözde Şeyhül İslam diye adlandırılan Şeyhül Şeytan İbni Teymiyye çıkmaktadır. İbni Teymiyye, hakkında bu makalade uzun uzun yazmak yerine, kısaca değineceğim. Kendisi hakkında ileride özel bir makale yazacağım.
İbni Teymiyye’yi ısrarla savunan ve kendisini Ehli Sünnet ve Cemaat olarak tanımlayan, İbni Teymiyye’ye haksızlık yapıldığını iddia eden kaç kişi İbni Teymiyye’nin eserlerini açıp okudu? Ehli Sünnet ve Cemaat akaidini, yani gerçek İslam inanç ve esaslarını, yani Selefi Salihinin gerçek akidesini bilen bir insan Selefi olamaz, Selefilerin fikir atası olan İbni Teymiyye’yi savunamaz! İslam tarihinde sayısız alim, İbni Teymiyye‘nin yanlış görüşlerini ve bozuk itikadını deşifre etmişler ve reddetmişler. İbni Teymiyye’nin eserlerini tek tek inceleyip bütün yanlış görüşlerini ve bozuk itikadını ortaya çıkarıp çürütmüşler. Bu konuda benimde hayranlıkla okuduğum bir eseri sizlere tavsiye etmek istiyorum. Bedir yayınevi tarafından basılan, Ebu Hamid bin Merzuk tarafından yazılan Ehli Sünnetin Müdafası (Bera’atü’l-Eş’ariyyin) isimli eseri mutlaka alıp okumalısınız. Bu eser gayet hacimli olup, İbni Teymiyye’nin bütün eserlerinden bozuk itikadını ve yanlış görüşlerini ortaya çıkarmakla kalmayıp, hepsini çürütmektedir. Biraz argo tabir olacak ama bu güzide eseri okuyan eşşek olsa İbni Teymiyye’nin itikadının Selefi Salihin itikadı olmadığını anlar.
Bera’atü’l-Eş’ariyyin eserinden alıntılayarak sitemizde yayınladığım Sultan İbn Kalavun’un İbn Teymiyye Hakkındaki Emirnamesi başlıklı yazıyı, başlığa tıklayarak okuyabilirsiniz.
Neden Derinlemesine Araştırmıyoruz?
Basit bir kıyas yapmak gerekirse, bizler telefona bir uygulama indireceğimiz zaman, ya da internetten bir şeyler satın alacağımız zaman, en iyisinin hangisi olduğunu anlamak için araştırma yapıyoruz. Ürünün puanlamasına, ürün hakkında yapılan yorumlara, şikayetlere filan bakıyoruz. Eğer bir ürünün puanlaması 4.5 yıldız üzeriyse, yorumların neredeyse hepsi olumluysa, herkes tavsiye ediyorsa o ürünü tercih ediyoruz. Eğer bir ürün hakkında sürekli şikayet yorumları yapılıyorsa, sürekli olumsuz yönleri dillendiriliyorsa, puanlamasıda oldukça düşükse, o ürünü almıyoruz. Çünkü paramızın boşuna gitmesinden korkuyoruz.
Mamafih paramız boşuna gitmesin diye bir ürün hakkında derinlemesine araştırma yapıyoruz ve insanların genelinin memnun olmadığı bir ürünü almaktan imtina ediyoruzda; amellerimizin boşa gitmemesi için, inancımızın bozulmaması için diğer alimlerin çoğunun reddiyeler yaptığı, ümmeti ikaz ettiği bir şahıs hakkında derinlemesine bir araştırma neden yapmıyoruz? Neden hakikatın peşinde koşmaktan imtina ediyoruz? Yoksa paramız inancımızdan daha mı kıymetli? Yoksa bu dünyadaki akıbetimiz, ahiretteki akıbetimizden daha mı önemli?
İslam Ümmeti Delalet Üzere Birleşmez
İslam Ümmeti delalet üzere birleşmez, birleşemez! Resülullah Efendimiz (aleyhisselâtüvesselam) şöyle buyurdular:
“Ümmetim dalalet üzerine birleşmez. Öyleyse bir konuda ihtilaf olduğunu gördüğünüzde sevad-ı azama (büyük çoğunluğa) tâbi olun.” (İbn Mace, Fiten, 8)
İbni Teymiyye konusunda da şu anda ümmet içerisinde bariz şekilde bir ihtilaf söz konusudur. Onun izinden gidenler ise İslam içerisinde fitneye ve bölücülüğe sebep olmaktadır. O halde büyük çoğunluğa uymak gerekmektedir. Büyük çoğunluk ise İbni Teymiyye’yi reddetmiştir. Onun bozuk itikadı ve yanlış görüşleri, güneş gibi parlak delillerle ortaya çıkarılmış ve çürütülmüştür. Onun izinden gidenler şüphesizki hak yoldan çıkmış fitne ve fesad çıkaran kimselerdir. Onlar ise azınlıktır. Çoğunluk daima haktır. Çoğunluk her daim hakiki İslam inanç ve esasları, yani Selefi Salihinin kamil akaid yolu üzerinedir.
Ehli Sünnet ve Cemaat akaidi, Selefi Salihin yolunun akaididir. Kendilerini Selefi Salihin akidesi Ehli Sünnet ve Cemaat olarak tanımlayan, bu suretle Selefi Salihin akidesi aldatmacası yapan, İslam’ın inanç ve esaslarına aykırı olup Selefilik diye uydurma bir akımın ve bu akımın atası olan İbni Teymiyye’nin izinden giden bu güruhlar asla hak yol olamazlar. Onlar asla büyük çoğunlukta olamazlar. Onlar ancak Araf Suresi 7. ayet-i kerimede belirtildiği gibi kalpleri eğri olan bedbahtlardır.
Vehhabilik Hareketi
İbni Teymiyye’ye baktığımız zaman; dini kendi kılıcıyla kesen, İslam dininde fitneler çıkaran bu zındık, kendisinin ölümünden asırlar sonra 18. Yüzyılda İngilizler tarafından keşfedilmiş ve bu İbni Teymiyye’nin Selefilik görüşleri üzerinden İslam içerisinde fitne çıkarılmıştır. İslam dininin karşısına ilk defa 18. Yüzyılda İbni Teymiyye’nin ışığında Muhammed bin Abdülvehhab denen diğer zındık tarafından Vehhabilik hareketi, İngilizlerin yönlendirmesi ve ciddi desteği ile ortaya çıkmıştır.
İlhamını İbni Teymiyye’den alan Vehhabiler, Ümmeti Muhammedi tekfir etmiş, kafir ilan etmiş ve Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıf döneminden istifade ederek Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere topraklarını işgal etmişlerdir. İşgal ettikleri yerde nice Müslümanları hunharca katletmişlerdir. Taif Katliamı hadisesi ise, onların ne derece zalim ve Cehennem Köpekleri olduklarının en açık göstergesidir.
Mekke-i Mükkereme ve Medine-i Münevvere topraklarını işgal ettiklerinde, Fahri Kainat Efendimiz’in (aleyhisselâtüvesselam) kabri şerifi hariç ne kadar kabir varsa yıkıp dümdüz ettiler. Burada yanlış anlaşılma olmasın. Fahri Kainat Efendimiz’in kabri şerifine hürmet ettiklerinden teyet geçmediler. Bir Vehhabi yıkmak için Peygamber Efendimiz’in kabri şerifine giderken anlamsız bir şekilde düşüp ölünce, diğerleri cesaret edemediler.
Muhammed bin Abdülvehhab’ın oğlu Abdullah bin Suud, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa’nın Osmanlı Ordusu ise Arap Yarımadasına gelmesiyle yakalanıyor, kendisine uyan Cehennem köpekleri ise kılıçtan geçiriliyor. Abdullah bin Suud yakalandıktan sonra ilkte Mısır’a, oradanda bir gemiyle Payitaht İstanbul’a gönderiliyor. Sultan 2. Mahmud Han’ın huzurunda bir vuruşta Sultanahmet Meydan’ında kellesi gövdesinden ayrılıyor. Böylece Osmanlı tarihinin en kanlı teröristi ait olduğu Cehennem’e gönderiliyor.
Suudi Arabistan ve Vehhabilik
18. Yüzyılda ortaya çıkan Vehhabilik hareketi bastırıldıktan sonra, 20. Yüzyıl başlarında, yani Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasına yakın tekrar güçlenmişlerdir ve Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması sürecinde Arap Yarımadasında İngilizlerle işbirliği yapmışlardır. Bu işbirliği neticesinde ise Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra 1932 yılında bugünkü Suudi Arabistan Krallığı kurulmuştur. Suudi Arabistan’ın resmi itikadı Selefilik/Vehhabilik İtikadıdır. Dolayısıyla Suudi Arabistan’a bağlı olan eğitim kurumlarında ve üniversitelerde bu itikat üzerine sözde dini eğitim verilmektedir. İbni Teymiyye ise zaten bunların izinden gittikleri sözde şeyhül islamdır. Amelde ise Hanbeli Mezhebine tabi olduklarını söylerler. Ama aslında Hanbelide değiller. Bu mevzuda ayrı bir konu başlığı olduğu için bu makalede değinmeyeceğim.
İlklerde İngiliz kontrolünde olan Suudiler, sonradan ABD Dünya’da süper güç olunca, ABD’nin güdümüne girdiler. Bugün Suudi Arabistan’ın, ABD’nin İslam Dünyasındaki en sıkı müttefiki olduğunu ve Ilımlı İslam’ı benimsedikleri sanırım inkar edecek kimse yoktur. Her şey net bir şekilde ortadadır. ABD’nin bu topraklarda hegemanyasının devam etmesi, Suudi Arabistan merkezli Selefilik/Vehhabilik hareketinin İslam Dünyasında nüfus sahibi olmasına bağlıdır. Bütün İslam ülkelerinde Selefilik/Vehhabilik hareketleri yoğun şekilde güya tebliğ faaliyetleri yapmaktadır. Bu oluşumlar ise ciddi şekilde Suudi Arabistan tarafından fonlanmaktadır.
İslam Dünyasında Selefilik/Vehhabilik hareketlerinin etkisinde kalan gençlerin Suudi Arabistan’daki üniversitelere ilim tahsili alması için gitmesi sağlanmaktadır. Kendilerine göre ilim tahsili, ama gerçekte o üniversitelerde İbni Teymiyyeci, koyu Selefi/Vehhabi ideolojinin eğitimi verilmektedir. Suudi Arabistan’daki üniversitelerden eğitim alan bu Selefi/Vehhabi İbni Teymiyyeci sözde ulemalar ise, kendi ülkelerinde Selefilik/Vehhabilik faaliyetlerini sözde Selefi Salihin akidesi olarak pazarlamaktadırlar. Güya tebliğ faaliyetleri yapmaktadırlar.
Sonuç
Özetle Suudi Arabistan taşeronu ile Selefilik/Vehhabilik üzerinden Hakiki İslam dininin, hakiki İslam akaidi olan Ehli Sünnet ve Cemaat itikadının karşısına sahte bir İslam dini, sahte bir Selefi Salihin akidesi çıkarılmaktadır. Böylece İslam’ın karşısına uyduruk bir İslam çıkarılmaktadır.
Ey Müslüman uyanık ol! Evet bugün Ümmeti Muhammed olarak dağınığız, ilmi ve siyasi otoriteye sahip değiliz, güçsüzüz… Ama halen firaset sahibiyiz! Dinimizi korumalıyız. Ehli Bidat cereyanlarına karşı her daim uyanık olmalıyız! Şüphesizki bu din Allah’ın koruması altındadır. Bizler üzerimize düşeni yapmakla mükellefiz. Bu Bidat cereyanları bugün böyle kabarmış olabilirler. Ama onlar okyanuslarda zaman zaman çıkan kabarıklar gibidirler. Bir anda yok olurlar. Ama biz zayıfladığımızda tekrar çıkarlar. Bütün Ehli Bidat cereyanlar her daim İslam Aleminin zayıflığından istifade ederek tarih boyunca cesaretlenmiş, nüfuslanmış ve Ümmetin başına bela olmuştur. Biz güçlü olduğumuz zaman ise fare gibi deliklerine saklanmışlardır.
Onların bugün her yerde çoklarmış gibi gözükmelerine bakmayınız. Onlar hiçbir zaman çoğunluk olamamıştır. Allah Ümmeti Muhammed’i kamil inanç olan Ehli Sünnet ve Cemaat akaidinden ayırmasın. Allah, Ehli Küffar ve Ehli Bidat ittifakının şerlerinden Ümmeti Muhammed’i muhafaza eylesin!