Şeriat İnsanlık İçin Emniyettir; şeriat dediğimiz zaman insanların kafalarında çeşitli kavramlar şekillenmektedir. Herkes şeriat konusunda az çok, doğru yanlış fikir sahibidir. Modern eğitim sisteminin ve kamuoyunun oluşturduğu algı tahrifatının sebebiyle şeriat sanki bir öcü gibi lanse edilmektedir. Dini bilgisi zayıf olan ve kendi medeniyetinden büyük oranda koparılmış olan kimseler şeriat konusunda yanlış ve çarpıtma bilgiler ile zanlara sahipler.
Bunların bazıları kendilerinin Müslüman olduğunu söylemektedir. Ama diğer yandan şeriat karşıtı olduklarını, Laikliğin en doğru yönetim şekli olduğunu söyleyerek aslında tam olarak neye karşı olduklarının şuurunda değiller. Çünkü kafalarında çok farklı bir şeriat tasavvuru vardır. Oysaki şeriat insanlık için emniyettir. Bir diğer tabirle şeriat; mazlumlara hami, zalimlere ise kadıdır.
Şeriat, Allah’ın hükümlerinin tamamıdır. Yani şeriat dindir, din de şeriattır. Bir kimse ben şeriat karşıtıyım derse, aslında ben din karşıtıyım demiş olur. O yüzden bir Müslüman’ın şeriat karşıtı olması beklenemez. Eğer karşıtı ise, bu onun cehaletinden kaynaklıdır ve mutlaka o Müslüman’a şeriatın ne olduğunun, ne olmadığının anlatılması gerekir. Tabi evvela şeriatın ne olduğunu bilmek gerekir. Şeriatın ne olduğunu hakkıyla bilip idrak eden bir kimse için modern hukuk sistemi son derece basit gelir. O kimse laikliği savunamaz.
Şeriat ile Laiklik birbirine tamamen zıt iki kavramdır. Çünkü şeriat, dinin hükümleri iken ve dinin hükümlerinin devlet eliyle icrasını savunurken; laiklik, dinin devlet işlerine ve devletinde din işlerine karışmasına karşı çıkar. Laikliğe göre din ve devlet işleri tamamen birbirinden ayrı olmalıdır ve devlet, bütün dinlere eşit mesafede yaklaşmalıdır. Ama tabi laiklik uygulamada bu şekilde tatbik ediliyor mu? Bu ayrı bir tartışma konusudur.
Şeriat insana ne vadediyor? Müslüman ya da gayri müslim olan herkesin ortak şikayetleri ve endişeleri; can emniyeti, mal emniyeti, din emniyeti, nesil emniyeti, akıl emniyetidir. İnsanoğlu fıtrat icabı bu beş hususta kendisini emniyette hissetmek ister. Şeriat, insanlığa bu beş emniyetinde adil bir şekilde sağlanmasını vadetmektedir. Şeriata da ancak, insanların bu beş hususta emniyet içinde olmasını istemeyen ya da şeriatın ne olduğunu idrak edemeyen bilgisiz kimseler karşı çıkarlar.
Modern Hukuk Sisteminde Emniyette miyiz?
Şeriat İnsanlık İçin Emniyet diyorum. Emniyet olarak kastettiğim şey; can emniyeti, mal emniyeti, din emniyeti, nesil emniyeti, akıl emniyetinin hepsini kapsamaktadır. Peki modern hukuk sistemi, bizlere bu emniyeti ne kadar sağlıyor? Baktığımız zaman çoğunluk emniyet konusunda endişelidir. İnsanların canı emniyette değil, çünkü kısas yok. Malı emniyette değil, çünkü hırsızın eli kesilmiyor. Dini emniyette değil, çünkü sistem dine bütünüyle karşı ve dindar nesil yetiştirmek çok zor. Nesil emniyette değil, çünkü her türlü ahlaksızlık ve sapkınlık devlet ve medya eliyle normalleştiriliyor. Akıl emniyette değil, çünkü modern eğitim sistemiyle ve medya ile zihinler mankurtlaştırılıp manipüle ediliyor.
Modern Hukuk Sistemi ne yaparsa yapsın her zaman bir evvelkinden daha da kötü duruma gidiyor. Gelen yeni kanunlar, gidenleri adeta aratıyor. Üstelik bilim ve teknoloji hakimiyeti kafirin elinde olduğundan, bunu da insanlar üzerinde tam tahakküm kurmak için kullanma projeleri var. Modern Hukuk Sistemine baktığımız zamanda gün geçtikçe dijital diktatörlük çizgisinde güncellenmeye çalışıldığını görüyoruz. Bu işin sonunda insanlar tam anlamıyla dijital olarak sürekli takip altında olacaklar ve ne hürriyetleri, ne mahremiyetleri kalmayacak.
Ancak şeriat olan bir devlette, küresel anlamda bilim ve teknoloji her ne kadar kafirin hakimiyetinde olsa bile dijital diktatörlük hedefini gerçekleştirmesi söz konusu bile olamaz. Çünkü şeriat, insanların hürriyetine, mahremiyetine asla karışmaz. Şeriat Küresel çetelerin dijital diktatörlük emellerine karşı himayesi altında bulunan müslim ve gayri müslim vatandaşları korur. Tabi şu hürriyet meselesinin de bir izahı lazımdır.
Çünkü şeriatla yönetilen bir devlette, dediğimiz gibi insanların hürriyetine karışılamaz. Ancak sahillerde, caddelerde alkol tüketmek, açık bir şekilde kadınların dışarı çıkması, yalan ve asılsız haberleri özgürce yaymak, son ses müziklerle insanları rahatsız etmek, kalabalık içinde özgürce sigara içerek insanları rahatsız etmek, din hakkında bilip bilmeden konuşup insanların zihinlerini karıştırma faaliyeti yürütmek… gibi durumlar bu hürriyet kapsamına girmemektedir.
Hürriyetten kastedilen şey; insanların yaşam, mal edinme, istediği mesleği yapma, istediği şekilde eğitim tahsili görme, istediği kişiyle evlilik, istediği yere seyahat etme gibi temel haklardır.
Kıyafet anlamında da hürriyet olmakla birlikte Müslüman bir ülkede tarihte uygulanan ama uygulanması şart olmayan bir şey daha vardır. O da gayri müslimlerin ve Müslümanların birbirinden ayırt edilmesine yönelik kıyafet kanunlarıdır. Ancak Müslümanların giymesinin yasak olduğu şeyler, gayri müslimlerin de giymesinin yasak olduğu şeyler olabilir. Mesela Müslüman, kesin olarak gayri müslimleri temsil eden ve İslam fıkhına göre caiz olmayan bir şey giyemeyeceği gibi, gayri müslimde kesin olarak İslam dinini temsil eden bir şey giyemez. Tabi yazının konusu bunlar olmadığından fikir oluşması açısında kısaca temas etmekle iktifa ediyorum.
Bu yazımda sadece şeriatın insanlık için emniyet olduğu hususuna değineceğim ve bunu beş başlık altında ele alacağım. Bunlar; can emniyeti, mal emniyeti, din emniyeti, nesil emniyeti, akıl emniyetidir. Bunları ele alırken basit bir şekilde konulara değineceğim. Zira detaya girersem yazının hacmi bunu kaldırmayacaktır. Çünkü konu aslında bir kitap hacmindedir.
Şeriat Can Emniyeti Sağlar
İnsan her şeyden evvel can emniyetinden emin olmak ister. Can emniyetinin olmadığı bir coğrafya, yaşam için asla uygun değildir. Şeriatla yönetilen bir ülkede insanların can emniyeti kısasla sağlanmaktadır. Eğer birisi cinayet işlerse; öldürdüğü kimsenin yakınları ya onunda aynı şekilde öldürülmesi ister, ya öldürülmeyip diyet ödemesini ister, ya da affeder. Ancak diyet ödese ve affedilse bile devlet onu sürgün edebilir. Zira artık o bölgede adı çıkmıştır ve toplum içinde yaşaması mümkün olmayabilir. Devlette o şahsı ve toplum asayişiyle huzurunu korumak için sürgün etme hakkını kullanabilir.
Bakara Suresi 179. Ayette, Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:
“Kısasta sizin için hayat vardır, ey akıl sahipleri, umulur ki sakınırsınız.”
Kısas cezası oldukça caydırıcıdır. Allah Azze ve Celle, “…umulur ki sakınırsınız.” Buyurarak bu caydırıcılığı ifade etmektedir. Bir kimse cinayet işlemek istese, bunun cezasının kendisinin de kısas ile öldürülmesi olacağını düşünür. Böylece kendi canından olmamak için cinayet işlemekten vazgeçer. Hal böyle olunca da insanların can emniyeti önemli ölçüde sağlanmış olur.
Bir Müslüman, eğer zımmi statüsünde olan bir gayri müslimi öldürürse, kısas ile öldürülmeyi en çok hak eden kimse bu Müslüman olur. Çünkü şeriatla yönetilen bir devlette yaşayan gayri müslimler zımmi statüsündedir. Onların canları, mallar, dinleri, namusları… her şeyleri şeriatla yönetilen devlete emanettir. Müslüman’ın, gayri müslimi öldürmesi ise, bu emanete ihanettir.
Her ne kadar kısas hükmü caydırıcı olsa bile, çok küçük azınlık kendisinin dahi ölümünü göze alarak cinayet işlemeye elbette yeltenebilir. Kim bilir belki de hiç iz bırakmadan cinayet işleyip, yaptığının yanına kâr kalabileceğini de düşünür. Ancak şeriat ile yönetilen devlette bir cinayetin soruşturması titizlikle yürütülür. Eğer katil bulunursa, öldürülen şahsın yakınlarının talebi doğrultusunda ya öldürülür, ya diyet ödettirilir, ya da dilerlerse affederler. Katilin bulunamaması durumunda da zaten kulun yapabileceği bir şey yoktur. Onun hesabı, adaletin asla şaşmadığı ve hiçbir şeyin gizli olmadığı mahşere kalmıştır.
Ayrıca kısas, sadece öldürene karşı uygulanmaz. Bir kimse diğerine bir zarar verirse de aynı şekilde o zarar verene kısas uygulanır. Mesela birisi, diğerinin elini kesti. Buna karşılık bu cürmü yapanında mağdurun talebi üzerine eli kesilir. Ya da birisi diğerine tokat attı. Kendisine tokat atılan şikayetçi olursa ve talep ederse, tokat atana da aynı şekilde tokat atılır. Bir kimse diğerine 10 değnek vursa, kendisine 10 değnek vurulan şikayetçi olursa ve talep ederse, 10 değnek vurana da aynı şekilde 10 değnek vurulur. Bu gibi kısas örnekleri çoğaltılabilir. Hatta bu kısasları mağdurun kendisi de uygulayabilir.
Günümüzde en çok yaygın olan şeyler üzerinden de örnekler verelim. Tecavüz olayları yaygınlaştı. Bu tecavüzcüler yakalansa bile en fazla birkaç yıl tutuklanıp sonra serbest bırakılıyor. Halbuki şeriat ile yönetilen bir devlette tecavüzcünün cezası kesin olarak ölümdür. Yine bazı kimseler miras meselelerinden dolayı annesine, babasına bile kıyabilecek kadar gaddarlaşıyorlar. Böyle bir durumda o kimsenin miras hakkı düşer ve kendisi de öldürülür.
Tabi şeri mahkemeler, şikayetçinin şikayeti üzerine hiçbir soruşturma yürütmeden bir kişinin lafına bakarak hüküm vermez. Şikayetlerin soruşturması titizlikle yürütülür ve suç yakîn derecesinde (yani kesinleşince) sabit olunca hüküm verilir. Suç gizlenebilir mi? Adalet şaşırtılabilir mi? Diye sorulacak olursa da, bu her iki sorunun cevabı da evet olacaktır.
Zira kul her şeye kadir değildir. Eğer adaleti sağlamakla görevli olan kadılar (hakimler) üzerine düşen vazifeyi hakkıyla ve İslam fıkhına uygun şekilde yaptıkları halde suç açığa çıkmamış ya da tespit edilememişse, yahut adalet terazisi yanılmışsa; bunda kadıların suçu olmaz. Ama işin içinde art niyet varsa ahirette hesapları çetin olur. Lakin böyle bir şey şeriat ülkesinde yaygın olarak görülebilecek bir durum değildir. Şeriat hadleri ağırdır ama o hadleri uygulamak için çok titiz bir şekilde soruşturma yürütülür. Zira suç yakîn derecesinde sabit olmadıkça da kesinlikle zanna göre hüküm verilemez.
Şahitler Meselesi
Bir suçun tespitinde en önemli şey şahittir. Tabi günümüzde gelişen teknoloji ile bir suçun tespiti için şahitçiye dahi gerek kalmayan durumlar olabilir. Ama şahitlik halen geçerli bir delil yöntemidir. Diyelim ki bir zina suçu iddiası var. Şeri mahkemede bu suçun ispatı için en az 4 kişi lazımdır. Bu dört kişiden birisi dahi ben görmedim, emin olamadım derse o zina suçu geçersiz sayılır. Dahası şahitçilere eğer hür ise 80, köle ise 40 sopa vurulur.
Yani anlayacağınız bir suça şahitçi olmakta oldukça zordur. Özellikle zina suçu en hassas konulardan birisi olduğu için üzerinde de titizlikle durulmaktadır. Çünkü zina suçunun da cezası şeri hükümlerde ağırdır. Eğer zina edenler evlilerse recmedilirler. Bu kararı vermek için 4 şahit lazımdır. Ama 4 şahit olmasına rağmen zina suçunu ispat noktasında kadıyı ikna edemiyorlarsa, kadı ikna olamadığı için bu konuda zina hükmü vermeyebilir. Çünkü şahitler bu konuda kadıyı ikna edemediler.
Tabi her ne kadar zina konusu üzerinden şahitlerin durumunu örnekle anlatsam da, bu bütün şahitler için geçerli bir durumdur. Ayrıca şahitlik yapan kimseleri de mahkeme araştırır. Bunlar toplum içinde güvenilir insanlar mı? Yalancılıkları görülmüş mü? Namazlarını kılıyorlar mı? Öyle herkesin de şahitçiliği her zaman kabul edilmez.
İki erkek şahitçi yoksa bir erkek iki kadın şahitçi olması noktasında da, kadınları aşağılama noktasında bir itiraz gelebilir. Bu kadınların aşağılanması olarak algılanmamalıdır. Kadın fıtrat olarak duygusal olduğu için birisi unutur veya merhamete gelirse diğeri onu tamamlasın diyedir.
Mürtetlerin ve İslam Düşmanlarının Öldürülmesi
Şeriata en çok karşı olan kesime baktığımız zaman, mürtetler ve İslam düşmanlarını görüyoruz. Çünkü şeriatla yönetilen bir devlette bunlar hakkındaki hüküm büyük olasılıkla ölümdür. Tabi illa öldürülecek diye bir kaide yoktur. Tamamen şeriat kanunlarıyla yöneten devletin kendi tasarrufunda olan bir durumdur. Ancak en nihayetinde mürtet tekrar Müslüman olmazsa kesin öldürülür. İslam düşmanı da eğer düşmanlığına devam ederse kesin olarak öldürülür. Ya da düşmanlığı tespit edilirse direkte öldürülebilir. Bu hükümler tamamen olaya, zamana, kişiye, toplumsal ahvale göre değişebilir.
Bu konuda hüküm şu şekilde tatbik edilir. Diyelim ki bir kimse mürtet oldu. Devlet onu isterse hemen yargılayıp öldürme hakkına sahiptir. Ancak Müslümanlar, bir kimsenin Cehennem’e girmesine razı ve meraklı değiller. O yüzden mürtet olan bir kimseye üç gün süre verilir ve bu süre zarfında kendisine aklına takılan ne varsa ilmi olarak anlatılır. Tabi bu üç günlük sürede aynı zamanda hapsedilir. Üç günün sonunda eğer halen İslam dinine dönmemişse öldürülür. Eğer dönerse serbest bırakılır ve gözlemlenir.
Eğer üç kere dinden dönüp tekrar Müslüman olmuşsa, bu sefer dördünce defa kendisine üç günlük süre verilmez. Ya derhal İslam’a dönmesi istenir yahut öldürülür. Zaten bu durumda olan birisi çok yüksek ihtimal direk öldürülür. Eğer bir mürtet, ilim sahibi ve mürtet olmakla kalmayıp aynı zamanda İslam aleyhinde Müslümanların zihinlerini zehirliyorsa, o kimsenin derhal yargılanıp öldürülmesi en makbul iştir. Ama devlet onun hakkında da İslam dinine dönmesi için süre verip ikna etmeye çalışabilir.
İslam düşmanlığı yapanlar içinde, aynı şekilde mürtetlere uygulanan hüküm uygulanır. Zaten şeriat ile yönetilen bir devlette, bu işinin sonunun ölüm olduğunu bilen hiçbir mürtet veya gayri müslim kolay kolay İslam düşmanlığı yapmaz. Mürtet ve İslam düşmanlarına karşı uygulanan bu ölüm cezası, tamamen İslam dinini ve Müslümanları korumak amacıyladır. Bir kimsenin mürtet olması demek, düşman saflarına geçmesi demektir. Mürtet olan kimse İslam dininin karşısında olacağından İslam dinine ve Müslümanlara zarar verecektir.
Günümüzde baktığımız zaman Müslüman ailelerin evlatları mürtet oluyorlar ve en azılı şekilde Allah’a, Resulüne, İslami değerlere saldırıyorlar. Üstelik nice cahil Müslüman’ı da kendi geliştirdikleri argümanlarla zehirleyip aldatıyorlar ve onlarında mürtet olmasına sebep oluyorlar. Böyle bir durum şeriat ile yönetilen devlette mümkün olabilir miydi?
İslam dini ve Müslümanların imanlarının korunması için mürtet ve İslam düşmanlarının ya ikna edilerek tekrar Müslüman olması sağlanmalıdır, ya da öldürülmeleri zarurettir. İslam dini, müslim ve gayri müslim herkesin hürriyetine saygı duyar. Ama hürriyetin sınırları vardır. İslam ve Müslümanlar için herhangi bir tehdit oluştuğu noktada hürriyetin sınırları aşılmış demektir. Gayri müslim bir aileden doğup gayri müslim olarak yaşamak hürriyettir. Ama Müslüman bir aileden dünyaya gelip mürtet olmak hürriyet kapsamının dışındadır.
Bir mürtet korkusu ile kalben kabul etmese de, diliyle tevbe edip İslam’a girdiğini söyleyebilir. Bu konuda gelen itiraza da şöyle cevap verilir. İslam zahire göre hükmeder. Kalpleri ancak Allah bilir.
Özetle İslam dinine, Müslümanlara ve İslam devletine yönelik bir tehdit ve isyan olmadığı sürece şeriatın tatbik edildiği bir ülkede herkesin can güvenliği sağlanmaktadır. Eğer cinayet işlenirse cezası kısas yahut diyettir. Bu ceza tercihi de tamamen öldürülenin yakınlarına aittir. Yine evli erkek ve evli erkekler zina ederse recm edilerek öldürülür. Bu da toplumun aile ve ahlak yapısını muhafaza için, nesil emniyetini sağlamak için uygulanmaktadır. Bu hususlara aşağıda değinilecektir.
Şeriat Mal Emniyetini Sağlar
İnsanlar açısından en önemli meselelerden birisi can emniyetinden sonra mal emniyetinin sağlanmasıdır. Bir devletinde en başlıca vazifelerinden birisi, milletin can ve mal emniyetini sağlamak değil midir? Bir devlet, milletin can ve mal emniyetini sağlayabildiği ölçüde devlettir. Eğer sağlayamıyor ise, o devlet o halde neden var?
Şeriat, yani Ahkam-ı Şeriyye büyük suçlara karşı sahip olduğu caydırıcı cezalar sayesinde insanların can emniyetini sağladığı gibi, mal emniyetini de sağlamaktadır. Bu caydırıcı cezalar arasında en meşhuru hırsızın elinin kesilmesidir. Bir insan elinin kesilmesini göze alabilir mi? Böyle bir ülkede hırsızlık yapmak o kadar kolay olamaz. Hırsızın elinin kesilmesi konusu da kendi içinde çeşitli içtihadları barındırmaktadır. Her hırsızlık yapanın, her yerden hırsızlık yapanın eli kesilmeyeceği yönünde bir ölçü belirten içtihadlarda vardır. Bunun yanında her ne durumda olursa olsun hırsızın eli kesilir diyen azınlık içtihadlarda vardır. Ama teferruatı bu yazının konusu olmadığından girmiyorum.
Sadece cezanın yürürlükte olması bile; farazi olarak söylüyorum o ülkede cezadan evvel yılda 10 bin hırsızlık vakası oluyorsa, cezanın yürürlüğe girmesiyle birlikte bu oran bir sonraki yıl binin altına düşecektir. Hatta yüzün altına dahi düşebilir. Birde hırsızlık yapan insanların eli kesilmeye başlayınca bütün hırsızlar tövbe etmeye başlayacaktır. Böylece artık insanlar; evlerine hırsız girmesi, haraç kesilme, mekana çökme, gasp edilme, kalabalık içinde cüzdanını çaldırma… gibi çok sayıda durumdan büyük ölçüde emin olacaktır.
Tabi mal emniyetinin bir diğer boyutu sadece hırsızlığa karşı had cezaları değil; haraç kesme, gasp etme konularını da kapsamaktadır. Hırsız çaldığı malı iade edecek yahut etmesi mümkün değilse maddi bedelini ödeyecektir. Ayrıca kolu kesilir. Bir kimse gasp suçunu işlemişse, yine gasp ettiği malı veya mümkün değilse bedelini sahibine iade edecektir. Bununla beraber kendisine sopa, azarlanma, sürgün ve hatta ölüm cezası dahi verilebilir. Bu tamamen bu suçun mahiyetine ve suçu işleyenin durumuna bağlıdır. Gasp için geçerli olan hükümler yağma suçu içinde geçerlidir.
Mekana çökme olarak tanımladığımız eylemde bir çeşit gasp türüdür. Türkiye’de aslına oldukça yaygındır. Bir iş kuruyorsun ve birileri gelip senden haraç istiyor. Bunun karşılığında senin güvenliğini onlar sağlayacakmış. Eğer kabul etmezsen kendileri yahut taşeron çeteler aracılığı ile iş yerin silahla taranabiliyor, iş yerinde sürekli huzursuzluklar çıkarıp müşterilerin kaçmasına sebep olunabiliyor.
Ta ki sen boyun eğip haraç vermeyi kabul edene kadar. Bu duruma karşı devlet, vatandaşı korumaktan da son derece acizdir. Zira bu işi yapanlar suçlu bulup yakalansalar bile aylar sonra serbest kalabiliyorlar. Birisini yakalasan, yakalanmayıp dışarı da olanlar daha şiddetli musallat oluyor. En nihayetinde devletin kendisini korumaktan aciz olduğunu anlayan vatandaş bu gibi çetelere, mafyalara boyun eğmek zorunda kalıyor.
Şeriat ile yönetilen bir ülkede gasp, yağma, haraç suçları işlemek suretiyle çete kuranların sonu, terör örgütü kurup isyan edenlerin sonu ile aynı olur. Onlar, şeriat nizamı, kamu güvenliği ve huzuru için bir tehdit olarak algılanır ve derhal yok edilir. Hal böyle olunca kim şeriat ile yönetilen bir devlette gasp, yağma, haraç suçu işleyebilir?
Böyle bir devlette herkes helalinden işini kurup parasını kazanır. Kimse malının zayi olmasından endişe etmez. Yine şeriatla yönetilen bir devlette eğer bir kimsenin malını devlet koruyamamış ise; zararı neyse ya onun malına zarar verenlere ödettirir, eğer bu mümkün değilse bu sefer devlet o vatandaşa malının zararını hakkaniyetli bir şekilde öder. Böylece o kimsenin malı sanki hiç zayi olmamış gibi olur.
Mal Emniyeti ve Miras
Milletin mal emniyetinin sağlanmasının önemli sac ayaklarından birisi de miras meselesidir. Zira bir kimse vefat ettikten sonra onun mirası yakınlarına adil bir şekilde dağıtılmalıdır. Mirasın devlet eliyle taksimi Ahkam-ı Şeriyye’ye uygun ve ivedi bir şekilde sağlanır. Böylece vefat eden kimsenin yakınları arasında miras konusunda husumet meydana gelmez. İslam dini miras konusuna hususiyetle önem vermektedir. Fıkıh ilminin içinde adeta ayrı bir alt ilim dalı olarak Feraiz (miras) Fıkhı vardır.
Resulullah Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular:
“Ey Ebû Hüreyre, (ilm-i) ferâizi öğreniniz ve insanlara öğretiniz. Çünkü o, ilmin yarısıdır. Bu ilim (ehemmiyet verilmediği için) unutulacaktır. Ümmetimden ilk çıkarılıp kaldırılacak ilim budur.” (Sünen-i İbn-i Mâce)
Günümüzde ne yazık ki feraiz fıkhına, yani miras fıkhına ehemmiyet verilmediği için iyice unutulmuştur. Öyle bir oldu ki insanlar kendi arasında İslam fıkhına uygun bir şekilde miras paylaşımı da yapamamaktadır. Malın gerçek sahibi ölmeden evvel miras paylaşımını yapsa bile (bu normalde neshedilmiş bir hükümdür ama günümüzde devlet İslam’da feraiz fıkhına göre miras meselesini çözmediği için vasiyet yoluyla çözmeye çalışılmaktadır), kendisi öldükten sonra mahkemeye dava açıp modern hukuk sistemine göre hakkını alabilir.
Her halükarda İslam fıkhına göre Müslümanlar arasında miras paylaşımı bile yapılamamaktadır. Bu da mal sebebiyle kardeşlerin ve yakın akrabaların birbirine hasım olmasına sebep olmaktadır. Nitekim ülkemizde böyle yığınla husumet vardır.
Zımmi statüsünde olan gayr-i müslimler de, ahval-i şahsiyeye dair olan alanlarda kendilerine ait hukuk sistemine göre hükümler verebilirler. Miras meselesi de bunlardan birisidir. Ahval-i Şahsiyye; Doğum, ölüm, ehliyet, velâyet, vesâyet, evlenme, boşanma, nesep ve mirasla ilgili meselelerdir.
Yeri gelmişken söylemekte fayda görüyorum. Şeriat nizamı ile yönetilen bir devlette zımmi statüsündeki gayri müslimlerin sahip oldukları haklara, laik düzende Müslümanlar sahip değiller. Bu sebepten de Müslümanlar içinde çok derin mağduriyetler yaşanabilmektedir.
Şeriat Din Emniyetini Sağlar
Şeriat ile yönetilen bir devlette hangi dinden olursa olsun bütün insanların din emniyeti sağlanır. Yani onların kendi dinlerini özgürce yaşamasına ve yaşatmasına izin verilir. Devlet Müslüman olduğundan dolayı, Müslüman haricindeki diğer bütün inançlara sahip vatandaşların hepsi zımmi statüsündedirler. Zımmi oldukları içinde cizye adı verilen bir vergi öderler. Bu vergiyi ödemeleri karşılığında askerlik yapmazlar. Aynı zamanda kendilerinin can, mal, din, nesil, akıl emniyetleri vatandaşı oldukları İslam devleti tarafından sağlanır.
Müslümanların din eğitimini en iyi ve doğru şekilde alması sağlanır. Çeşitli bidat akımlarının ve hatta Hristiyanların misyonerlik çalışmalarının Müslümanları zehirlemesine yönelik faaliyetlere asla izin verilmez. Günümüzün de büyük problemlerinden olan ve mantar gibi türeyen sahte şeyhler, şeriat ile yönetilen devlette kendilerine yol bulamazlar. Bir yerde şeyh ortaya çıkacak olursa, onun hakkında tahkikat yapılır. Eğer sahtekar olduğu tespit edilirse faaliyetleri sonlandırılır. Duruma göre sürgünde edilebilir, hapsedilebilir. Hatta idamda edilebilir. Buradaki maksat tamamen Müslümanların nezih itikadını muhafaza etmektir.
Mürtet olan ve İslam düşmanı olanların öldürülmesi meselesi de, aslında din emniyeti ile alakalıdır. Çünkü mürtet olan kimse, bu konuda Müslümanları da zehirleyecektir. İslam düşmanlığı yapan kimse, Müslümanların huzurunu bozacaktır. İslam düşmanı olan bir kimse, aynı zamanda İslam devletine de düşmandır ve direk devlet için tehdit olarak algılanır. Bu durum her devlet için geçerlidir.
Bugün Laik devlet aleyhinde çalışmalar yapan birisi bunu barışçıl şekilde yapsa bile tehdittir. Devlet mümkün mertebe millete hissettirmeden o tehdidi zararsız hale getirme ya da ortadan kaldırma çalışmaları yapar. Ama şeriatla yönetilen devlette ikili oynamak yok. Eğer devletin ve İslam’ın aleyhinde herhangi bir faaliyet yapılırsa, tespit edildiği takdirde cezası bellidir.
Bu vesile ile bir soruyu da aydınlığa kavuşturmak istiyorum. Farazi bugün ülkede artık şeriat hükümleri geçerli oldu. Ama evvelden Müslüman iken mürtet olanların durumu ne olacak? Onlar şeriat devletine göre, şeriattan evvel mürtet oldukları için mürtet olarak kabul edilmeyecekler. Eğer vatandaş olarak devam edeceklerse gayri müslim olarak tanınacaklar ve cizye ödemeleri şartıyla zımmi statüsünde olacaklardır. İslam düşmanlığı yapmadıkları sürece de kendilerine herhangi bir zarar verilmesi söz konusu olmayacaktır.
Zımmi statüsünde ahval-i şeriyye noktasında varsa kendi hukuklarını tatbik edebilecekler. Ancak yoksa şeriat fıkhı tatbik edilir. Zira hukuktan muaf yaşayacak değiller. Ama sırf kendilerine ait hukukları yok diye misal olarak dini nikah kıyılarak evlilik yaptırılmazlar. Kendi inançlarına göre evlenirler ve devlette bunu zapta geçirir. Had cezaları ise çoğu kere Müslümanlara uygulandığı gibi uygulanmaz. Mesela zina suçundan dolayı recm cezası Müslümanlara uygulanırken, gayri müslimlere tıpkı bekarlara olduğu gibi 100 sopa cezası uygulanır.
Şeriat Nesil Emniyetini Sağlar
İslam’ın en çok önem verdiği meselelerden birisi de nesil emniyetidir. Nesil emniyetinden kastedilen ise; aile, namus, ahlaktır. Şeriat hükümlerinin geçerli olduğu bir ülkede gayri meşru ilişkiler, sapkın ilişkiler, gayri ahlaki olan hiçbir şey kesinlikle yaşanamaz. Eğer yaşanırsa bunların cezaları da caydırıcıdır. Çünkü devletin en önemli vazifelerinden birisi de, milletin nesil emniyetini sağlamaktır. Zinaya, ahlaksızlığa, sapkınlığa sevk edecek olan sebepler Şeriat ahkamına göre yasaklanır. Çünkü Allah Azze ve Celle, İsrâ Suresi 32. Ayette şöyle buyuruyor:
“Zinaya yaklaşmayın! Çünkü o hayasızlıktır, çok kötü bir yoldur.
Zina suçunu işleyenler evli ya da bekar diye iki kısma ayrılır. Eğer zina edenlerin her ikisi de bekar ise ölümcül yerleri hariç vücutlarının her yerine 100 sopa vurulur. Şafi mezhebine göre 100 sopadan sonra 1 günlük mesafe uzaklığa 1 yıl sürgün edilir. Eğer köle ise hür insana vurulan sopa cezasının yarısı olan 50 sopa vurulur. Ama köleler, hürler gibi sürgün edilmezler.
Eğer zina edenler evli ise recm (taşlayarak öldürme) cezası uygulanır. Eğer birisi evli diğer bekarsa, bekara 100 sopa, evliye recm cezası uygulanır. Bu cezalarda cinsiyet ayrımı yoktur. Yine köle evli ise tıpkı bekar hükmünde olduğu gibi 50 sopa vurulur ve recm edilerek öldürülmez. Yani zina cezasında köle de evli-bekar ayrımı olmayıp her iki halde de 50 sopa cezası alır.
Tabi zina suçunun hükmünü verebilmek için en az dört şahit gerekmektedir ve bu şahitlerin hepsi de bu suçu kesin olarak görmüş olmalıdır. Ayrıca zina suçu konusunda şahitlerin hepsi erkek olmalıdır ve kadınların şahitliği muteber değildir. Aralarından birisi bile emin değilim derse, zina hükmü verilmez. Hatta şahitlerden birisi davayı gören kadı olsa ve kadı kesin görmüş olsa bile, eğer diğer dört şahitten birisi emin değilim dese; kadı her ne kadar kesin emin olsa bile zina edildiğine hükmedemez.
Eğer şahitler zina iftirası atmışlarsa bu durumda iftiracılara 80 sopa ceza uygulanır ve fasık sayılırlar. Tevbe etmedikçe şahitlikleri daha kabul edilmez. İmam Ebu Hanife Hazretlerine göre cezalandırılmadan evvel tevbe ederse şahitliği kabul edilir, sonra tevbe ederse kabul edilmez. İşte şahitlik meselesi böyle hassas mevzudur. Şahitlik meselesinin daha alt şartları olmakla beraber ana hattı olan bu noktalarla iktifa ediyorum.
Recm cezası İmam Ebu Hanife Hazretlerine göre sadece Müslümanlar için geçerli olup, gayri müslimlerin zina etmesi durumunda tıpkı bekarlara uygulandığı gibi sadece 100 sopa vurulur. Ancak diğer görüşlere göre gayri müslim de tıpkı Müslümanlar gibi taşlanır. Eğer insanla veya hayvanla livata suçu işlenmişse, tıpkı zina suçundaki cezalar uygulanır.
Şeriat ahkamının tatbik edildiği bir devlette aile, namus, ahlak tamamen koruma altına alınır. Eğer zina, livata suçları işlenirse ve bu kesin olarak yukarıda belirtilen kıstaslara göre tespit edilirse hükmü uygulanır. Bu cezalar caydırıcı olduğundan dolayı da zina ve livata suçları İslam memleketinde yaygın ve aşikar olmaz. Yapan olursa da gizli yapar ve yakalanmadığı sürece şeriat ahkamının adaletinden emindirler. Ama bu dünyada kuldan gizlediğimiz günahları, Allah’tan gizleyemeyiz. O yüzden hesabını Allah, ahirette soracaktır. Allah muhafaza etsin.
Şeriat Akıl Emniyetini Sağlar
Akıl emniyetinden kastettiğimiz şey, insanların dini ve dünyevi alanlarda doğru şekilde eğitim almasını, ahlaklı ve erdemli kimseler olmasını, fazilet ve dirayet sahibi kimseler olmasını sağlamaktır. İslam ahkamının uygulandığı bir devlette eğitim müfredatı da ona göre tatbik edilir. Din ilimlerin tahsili ile dünyevi ilimlerin tahsili birbirinden ayrı öğretilmez. Medrese denen eğitim müesseselerinde aynı zamanda dünyevi ilimlerde öğretilir ve talebe daha sonra ihtisaslaşmak istediği alana yönelir.
Müslümanların devrinde bilim, insanlığa hizmet etmek için gelişiyordu. Ama ne zaman ki bilim gücü kafirin eline geçti, onlar insanlığa hizmet etmek gayesiyle değil, insanlığı tahakkümleri altına alma gayesiyle bilimi araç olarak kullanıp bu yönde geliştiriyorlar. İslam ahkamıyla yönetilen bir devlette asla buna izin verilmez. İnsanlar üzerinde tahakküm kurmak, İslam dinine ters bir şeydir.
Bilakis Müslümanların cihad etmekten gayesi fetih fütuhat yapmaktır. Yani fetih edilen yerlerde tahakkümü kaldırıp, Allah’ın adaletini tesis etmek ve insanların her hususta emniyetini Allah’ın şeriatı ile sağlamaktır. Fetih edilen memleketlerde emniyeti, huzuru, hoşgörüyü ve güveni sağlamaktır. Ayrıca fetih edilen yerlerde İslam dinini zorlamaksızın tebliğ etmektir. Cihadın bir diğer gayesi de, Müslümanların eliyle kafirlerin mağlup edilerek cezalandırılması, güçlenmesinin engellenmesidir.
İnsanların bugün en çok mağduriyet yaşadığı konulardan birisi, doğru bilgiye ulaşmaktır. Düşünsenize, bilgiye en kolay şekilde ulaşılabilen bir devirde yaşıyoruz. Aynı zamanda çok ciddi şekilde bilgi dezenformasyonu var. Doğru bir bilgiye ulaşılsa bile, o bilgi üzerinden yapılan algı operasyonları kişiyi yanlış sonuca götürebiliyor. Sahte bilgiler, özellikle gelişen teknoloji ile deepfake (birebir aynı görüntü ve ses kayıtlarının yapılabilmesi) yapılarak kitlelerin manipüle edilebilmesi durumu söz konusudur.
Özgürlük kavramı yanlış anlaşıldığından her türlü yalanı atmak, yalan haberi yaymak, deepfake yapmak, insanların doğru bilgiye ulaşmasını engellemek, doğru bilgiyi yapılan algı operasyonları ile tevil edip insanların doğru bilgi ile yanlış sonuca ulaşmasına sebep olmak, hasmına ya da rakibine her türlü iftirayı atmak… bunların hiçbirisinin özgürlük kapsamına girmemesi lazımdır. Bu saydığım ve benzeri durumlar suç teşkil edip, bu suçları işleyenlerin de, tıpkı yalancı şahitlik edenler gibi 40 ya da 80 sopa cezaya müstahak olması lazımdır. Şeriat devleti zaten milletin akıl emniyetini sağlamaya yönelik böyle tehditlere karşı gereken mücadeleyi de eder.
İnsanların doğru bilgiye ulaşması için evvela doğru bir eğitim sisteminden geçip, doğru düşünmeye, toplumsal bilince ve sorumluluğa, toplumsal ahlaka ve fazilete sahip olması lazımdır. Tabi bu konuda en üst standartları yakalamak mümkün gözükmese de, olabilecek en üst standarda kavuşmak için gerekli tedbirler ve çalışmalar yapılmalıdır. Şeriat devleti bu konuda içtimai anlama çok ciddi adımlar atar. İnsanların doğru ve kaliteli bir şekilde hem dini hem dünyevi ilimleri öğrenmesi, doğru bilgiye ulaşması devletin en önemli görevlerinden birisidir.
İslam dinine en çok yapılan eleştirilerden bazıları da bilim üzerinden gelmektedir. Oysaki İslam’ın Altın Çağı olan devirlerde Müslüman nice alimlerin, bilim adamlarının bilim alanında yaptıkları gizlenemeyecek şekilde ortadadır. Tekrar bilim alanında öncü olabilmek içinde İslam’ın Altın Çağı olan dönemlerdeki sistemi getirmek gerekir. Hem millet modern eğitim sisteminde mankurtlaştırıp, hem de Müslümanlardan bilimde öncü olmasını beklemek derin bir paradokstur ve a’ceb-ül acaib durumdur. Kaldıki ülkemizde malum kesimler savundukları sistemde kendileri de bilim ve teknoloji de geri kalmış olup, tamamen bilim ve teknoloji gücünü elinde bulunduran kafirlere bağımlı olmaktan kurtulamamışlardır. Kafir için panzehir olan sistem, bu millet için zehir olmuştur.
Akıl emniyetini bir diğer boyutu da insanların ruh sağlığıdır. İnsanların mutlu ve huzurlu olması lazımdır. Bunun içinde can, mal, din, nesil emniyetlerinin de sağlanabilmiş olması lazımdır. Bu şekilde insan kendini güvende, mutlu ve huzurlu hisseder. Yoksa insan şeriatın yasakladığı haram bataklığında mutlu olmaz. Hırsızlık yapınca mutlu olmaz. Zina edince mutlu olmaz. İnsan öldürünce mutlu olmaz. İçki içince mutlu olmaz. Bunlar insanı daha da mutsuz eden şeylerdir. Bu gibi durumların yaygın olması, ancak akıl emniyetinin olmadığı ülkelerde mümkündür. Akıl emniyetinin mümkün olduğu ülkelerde zaten insanların ekseri kahiri bu saydıklarıma tenezzül etme ihtiyacı da duymaz.
Hülasa Olarak Sonuç
Bu yazım biraz uzun olsa bile yüzeysel bir yazıdır. Elimden geldiğince kısa tutmaya çalıştım. Hatta kısa tutmaya çalıştıkça usandım. Zira bu konuda bir kitap yazmak istesem, kısa tutma derdim olmadığından dolayı çok fazla şeyde yazabilirdim. O yüzden eksik noktaların mazur görülmesini istiyorum. Ben kendimce değinilmesi gereken en önemli noktalara özetle değindim. Şeriatın insanlık için emniyet vaat ettiğini ve bu emniyetin nasıl sağlanacağını kabiliyetim nispetinde belirttim. Zira bugün modern hukuk sisteminde zulüm arşa dayandı. Ne Müslüman, ne de gayri müslim bu durumdan memnun değil.
Şuurlu Müslümanlar adaletin ancak Ahkam-ı Şeriyye ile mümkün olduğunu biliyorlar. Ama şuursuz Müslümanlar ile gayri müslimler modern hukuk sisteminden şikayetçi olmakla beraber, çözümün yine modern hukuk sistemi içinde çözülebileceğini zannediyorlar. Siyasi olarak X partisi iktidarda ve o parti yanlış yaptıysa Y partisi iktidara gelirse düzeltir zannediyorlar. Halbuki sorun sistemin kendisindedir.
Şeriat Müslüman ve gayri müslim kimsenin korkmaması gereken bir sistemdir. Sırf rahat içki içebilmek, yatak odası kıyafeti ile çarşıda-caddede gezebilmek, rahatça zina edebilmek için adaletin hassı olan Allah’ın şeriatına karşı gelmek, nefsini dinlemektir. Şeriat seni bu gibi haram işlerden men eder ve sana gerçek adaleti vaat eder.
Sen haram işleri yapmasan bir şey kaybetmezsin. Hatta Dünya ve Ahiret saadetini kazanma imkanını bulursun. Ama adaletin olmadığı bir nizamda çok şey kaybedersin. Hatta hem dünyanı hem ahiretini kaybedersin. Şeriat, insanların sadece Dünyasını değil, ahiretini de düşünür. Bir Müslüman’ın zaten Şeriat karşıtı olması kabul edilebilir bir şey değildir. Zira Şeriat Allah’ın hükümleridir ve karşı olan Allah’a ve İslam’a karşı olmuş olur. Bu da Müslüman olan kişinin küfre girmesine sebeptir.
Şeriata; haram bataklığında tatlı tatlı yaşayıp bu bataklıktan çıkmak istemeyen nefsine köle olmuşların dışında din düşmanları başta olmak üzere, devletin malı deniz yemeyen domuz anlayışıyla devleti soyanlar, vatana ihanet eden hainler, katiller, eşkiyalar, teröristler, mafya ve çeteler, gaspçılar, casuslar, yağmacılar… istemezler. Çünkü bir memlekette Ahkam-ı Şeriyye tatbik edilmeye başladığı zaman ilk hedef bu saydığım ve saymadığım güruhlardır. Bunlar; kurban kesilip derisi yüzüldükten sonra hayvanın içindeki işkembeyi söküp atmak gibi, devletin ve toplumun içinden sökülüp atılır.
Şeriat yönetiminde gayri müslimlerin hakları üzerinden yapılan eleştiriler de abestir. Zira şeriat ile yönetilen devlette gayri müslim zımmiler, bugünkü modern hukuk sisteminde sahip oldukları haklardan daha fazla haklara sahip olacaklardır. Şeriatın adaleti onları da kuşatmaktadır. Ama konumuz zımmilerin hakları olmadığından girmeyeceğim. Bu konuda bir parantez de açmak yerinde olacaktır. Yukarıda da belirttiğim gibi, Şeriatın tatbik edildiği bir devlette gayri müslimlerin sahip olduğu haklara, Laiklik anlayışıyla modern hukuk sisteminin tatbik edildiği bir devlette Müslümanlar sahip değiller.
Günümüz dünyasında zulüm arşa dayandı. Emniyet ancak hilafet, şeriat ve cihad ile mümkündür. İmam Maturidi Hazretleri cihad ile alakalı Bakara Suresinde ki tefsirinde özetle der ki; eğer Müslümanlar cihadı terk ederler veya gevşeklik gösterirlerse, kafirlerin hakimiyeti ele geçirmesi ve zulmetmesi tehlikesi doğar. Ne yazık ki günümüzde de durum böyledir. Müslümanlar cihadı terk ettiler ve gevşeklik gösteriyorlar.
Kafir ise Dünya’da çok güçlü bir pozisyondadır. Zulüm her yere yayıldı. Birde bilim ve teknolojinin gücünü kullanarak amaçladıkları Dijital Diktatörlük ile insanlar üzerinde tam tahakküm kurmayı planlıyorlar. Allah-ü Teâlâ, bu millete Şeriatın ne olduğunu en doğru şekilde idrak etmeyi nasip eylesin.