Bazen görüyoruz siyasette Ali ve Muaviye benzetmesi yapılıyor. Gerek bazı siyasiler, gerekse toplumdan özellikle Şia kökenli kesimlerle Sünni olduğu halde dininden bî haber olan kimseler bu yanlışı çok sık yapıyorlar.
Hazreti Ali (kerremallahü vechehü) ile Hazreti Muaviye (radıyallahü anha) arasında taraf tutmak Ehli Sünnet ve Cemaat itikadına göre kesinlikle caiz değildir. Hazreti Ali ve Hazreti Muaviye arasındaki ihtilaf iktidar ve güç mücadelesi hırsıyla değil, içtihad farklılığı sebebiyle gerçekleşmiştir. İmam Şafi Hazretleri der ki:
“Allah o zamanki kanlara elimizi bulaştırmadığına göre, bizde dilimizi bulaştırmayalım.”
Bu durumda bize düşen onlara saygı, sevgi ve muhabbet beslemektir. Aralarında yaşananlardan dolayı taraftar olmamaktır. Kaldıki sahabeyi öven birçok başka ayetlerde mevcuttur.
Siyasette Ali ve Muaviye Benzetmesi
Siyasette Ali ve Muaviye benzetmesi neden yapılıyor? Bir kısım gafillere göre muhalefet olan CHP ve millet ittifakı Hazreti Ali tarafı oluyor, AKP ve cumhur ittifakıda Muaviye tarafı oluyor. Kendi kirli ve İslamdan zerre nasibi olmayan, üstüne İslam’a düşman olan siyasetlerine Hazreti Ali ve Hazreti Muaviye’yi alet ediyorlar. Halbuki hiçbirisi ne Hazreti Ali’nin ne de Hazreti Muaviye’nin kesik tırnakları bile olamazlar!
Bunlar İslamdan nasiplenmediği gibi tarihte bilmezler. Tıpkı Ak Troller nasıl Erdoğan’ı, İkinci Abdülhamid Han ile kıyaslama cüretine giriyorlarsa, yine AKP’ye muhalif olan özellikle Şia kökenli kesimde Erdoğan’ı, sahabe Hazreti Muaviye ile kıyas edip bu yolla sinsice kendi bozuk görüşlerinide Ehli Sünnet olan bu millete zerk etmeye çalışıyorlar.
Halbuki Hazreti Muaviye Erdoğan’la kesinlikle birbirine benzetilemez. Yine Ak Trollerin yaptığı gibi İkinci Abdülhamid Han ile Erdoğan’da birbirine benzetilemez!
Hazreti Muaviye Kimdir?
Hazreti Muaviye (radıyallahü anha), Peygamber Efendimiz’in (aleyhisselatüvesselam) kayınbiraderi ve aynı zamanda vahiy katibiydi. Cebrail Aleyhisselam tarafından getirilen ayetleri ve Peygamber Efendimizin mektuplarını yazardı. Kendisine verilen bu mühim vazife bile, kendisinin derecesinin ne derece yüksek olduğunu göstermektedir. Peygamber Efendimizin zevcelerinden olan Habibe Validemizin kardeşidir ve Ashab-ı Kiram’ın büyüklerindendir.
Fahri Kainat Efendimiz (aleyhisselatüvesselam) bu dünyadan ahirete irtihal ettiği vakit kendine bir gömlek hediye etmiştir. Bu gömleğe sımsıkı sarılıp hazinesinde muhafaza etmiş ve kendisi öldüğünde Rasulullah’ın mübarek saç ve tırnak kesintilerininde gözlerine ve ağzına konularak defnedilmesini vasiyet etmiştir.
Mekke Fethedildiği gün babası Ebu Süfyan Hazretleri ile birlikte Peygamber Efendimiz’in önünde Müslüman olmuştur.
İmam-ı Rabbani Hazretleri Mektubat-ı Şerifinde şöyle yazmaktadır:
“Hazreti Muaviye’nin yanılması, Rasulullah’ın sohbeti bereketi ile, Veysel bin Karani’nin ve Ömer bin Abdulaziz’in doğru işlerinden daha hayırlı oldu. Bunun gibi Amr bin As’ın yanlış bir işi, o ikisinin şuurlu bir işinden daha üstün oldu.” (1. Cilt, 120. Mektup)
Aklı, zekası, sabrı, fesahadı, yumuşaklığı, ikramı ve cömertliği çok iyiydi. Dört büyük Halife döneminde ve Hazreti Hasan döneminde toplamda 21.5 yıl Şam’da valilik yaptı. Hicri 41. Senede ise Halife ilan edildi. 19 sene 4 ayda halifelik yaptı.
Hazreti Muaviye’nin Fetih Ettiği Topraklar
Ümmetin başına geçeceği ise Hazreti Hasan (radıyallahü anha) tarafından rivayet edilen Peygamber Efendimiz’in şu hadis-i şerifiyle bildirilmiştir:
“Birgün gelir Muaviye devlet başkanı olur.” (Deylemi)
Başka bir hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (aleyhisselatüvesselam), Hazreti Muaviye’ye (radıyallahü anha) şöyle buyurmuştur:
“Ey Muaviye, memleketlere hakim olduğun zaman iyilik et!”
Hazreti Muaviye, İslamiyetin yayılmasında kıymetli pek çok hizmette bulundu. 662’de Sicistan’ı, 663’te Sudan’ı, 664’te Afganistan’ı, Kabil şehrini ve Hindistan’ın kuzey kısımlarını, 665’te Tunus’u, 668’de gemilerle giderek Kıbrıs’ı, 670’te İran’ın büyük Kuhistan eyaletini fethetti.
Yine 670 tarihinde Bizans İmparatoru 4. Kostantin zamanında oğlu Yezid’i büyük bir ordu ile İstanbul’un fethi için gönderdi ve şehir kuşatıldı. Sahabe Eyüb El Ensari Hazretleri’de bu orduda Yezid komutasında gönderilmiştir. Kostantin ise her yıl yüksek miktar vergi vermesi şartıyla barış yapmayı kabul etmiştir.
673 tarihinde Ubeydullah bin Ziyad’ı Horasan’da kumandan yapıp Ceyhun Nehrini develerle geçerek Buhara’yı aldı. Hazreti Ömer-ül Faruk (radıyallahü anha) döneminde fethedilen Kudüs tekrar Hristiyanların eline geçince, Hazreti Muaviye ikinci kez Kudüs’ü fethetmiştir.
Yemen, Mısır, Kayveran, Irak, Azerbaycan, Anadolu, Horasan ve Meveraünnehir’e hakim olmuştur. Müslümanlar tarafından çok sevilmiştir. Yukarıda zikrettiğimiz hadisi şerifteki gibi Hazreti Muaviye, Peygamber Efendimiz’in (aleyhisselatüvesselam) hayır dualarının bereketiyle memleketlere hakim olmuş ve iyilikle muamele etmiştir. Zalimlik yapmamıştır.
Ali ve Muaviye Diye Taraf Tutmak Şiaların İşidir
Ali ve Muaviye diye taraf tutmak Şiaların işidir. Şialar ise bu Ümmet içerisinde bölücülük yapan bir topluluktur. Şialık zaten taraf tutan demektir ve Hazreti Ali (kerremallahü vechehü) ile Hazreti Muaviye (radıyallahü anha) arasındaki içtihad farklılığından kaynaklı mücadelede biz Ali’nin tarafındayız demektedirler ve Sahabenin neredeyse hepsine düşmanlık etmektedirler. Hazreti Ebu Zer’i (radıyallahü anha) zamanında Yahudi İbn Sebe, Hazreti Muaviye üzerine kışkırttığı içinde, Hazreti Ebu Zer üzerinden kendilerine güya pay çıkarmaya çalışırlar.
Baktığımız zaman Hazreti Ömer-ül Faruk (radıyallahü anha) İranlı bir köle tarafından şehid edilmiştir. Hazreti Osman-ı Zinnûreyn (radıyallahü anha) Yahudi İbn Sebe tarafından kurulan Sebeiyye topluluğu tarafından şehid edilmiştir ve bu topluluğa en büyük desteği İran asıllı olanlar vermiştir. Sebeiyye Topluluğu, bugünkü Şialardır. Hazreti Aliyyü’l Murtazâ (kerremallahü vechehü) ile Ümmetin annesi olan Hazreti Aişe Validemiz arasındaki Cemel Vakasının savaşla sonuçlanmasının sebebi yine Hazreti Ali ordusundaki İbn Sebe ve taraftarlarının kışkırtmasıydı. Hazreti Osman’ın şehid edilmesi ve akabinde gelişen bütün olaylar, buna Hazreti Hüseyin’in Kerbela’da şehid edilmeside dahil hepsi Sebeiyye Topluluğunun sebep olduğu fitnelerdir. Yine aynı topluluğun izinden gidenler bugün halen Ümmeti Muhammedi, Ali ve Muaviye taraftarları diye ikiye bölmeye çalışıyorlar.
Türklerin Şialarla Mücadelesi
Tarih boyunca Şialar hep Ehli Sünnet ve Cemaat olan Müslümanlarla savaşmışlardır. Güçsüz oldukları dönemde ise tıpkı Haşhaşiler gibi sinsicide ve haince düşmanlıklar yapmışlardır ve her zaman Haçlılarla gizli ittifaklar yapmışlardır. Haşhaşiler, Şialığın Bâtıniyye (onlara göre İsmailiyye) koluna mensuplardı ve Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun en ihtişamlı döneminde sinsice ve haince düşmanlıklar yapmışlardı. Birçok önemli devlet adamını ve en nihayetinde Sultan Melikşah ile büyük devlet adamı ve alim olan devletin adeta direği olan Nizamülmülk’ü şehid etmişlerdir. Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun gücünü sarsmışlar ve yıkılıp parçalanmasına sebep olmuşlardır.
Türkler tarih boyunca her zaman Ehli Sünnet ve Cemaat itikadına bağlı kalmış, hiçbir zaman bidat yollara meyl etmemişlerdir. Her daim bidatçi olan başta Şialarla mücadele etmişlerdir. Büyük Selçuklu Devleti kurucusu Sultan Tuğrul Bey, Abbasi Hilafetine bağlılığını bildirmiştir. Abbasi Halifesi o dönem Şia Büveyhiler tarafından işgal edilmişti ve onların işgalinin gölgesinde halifeliğini icra ediyordu. Sultan Tuğrul Bey, halifenin çağrısı üzerine Şia Büveyhilerle mücadele etmiş ve Abbasi Hilafetini Şia Büveyhilerin işgalinden ve gölgesinden kurtarmıştır. Abbasi Hilafetinin aynı zamanda İslam Aleminin koruyuculuğunu üstlenmiştir. Tuğrul Beyin kardeşi Çağrı Beyin kızı Hatici Arslan Hatun, Halife ile evlendirilerek akrabalık bağı kuruldu. Abbasi Hilafeti Şia esaretinden kurtulduktan sonra Abbasi Halifesi El Kaim tarafından Sultan Tuğrul Bey’e, doğunun ve batının sultanı ünvanı verildi.
Osmanlı İmparatorluğu’da Şia Safevi Devleti ile asırlarca mücadele etmiştir. Yavuz Sultan Selim Han, Şah İsmail ile yaptığı savaşta onu hezimete uğratmış ve Şah İsmail’in kurduğu Safevi Devleti’nin İslam Dünyasında oluşturmak istediği Şia yayılmacılığını ve hakimiyet hayallerini bu şekilde ortadan kaldırmıştır. Eğer bugün Şialık İslam Dünyasında yayılamamışsa ve hakimiyet kuramamışsa, İslam Dünyasında Şialık görüşü galabe çalamamışsa, bu Türkler sayesindedir. Allah Türklerin eliyle bu dini hem kılıçla, hemde ilimle korumuştur.
Türkler İslam’ın Koruyuculuğunu Yaptılar
Bugün onların torunları olan bizlerin siyasette Ali ve Muaviye benzetmesi yapmak suretiyle Şialık fitnesine kurban olmaması gerekmektedir. Türkler tarih boyunca her daim İslam’ın koruyuculuğunu yaptılar. Ehli Sünnet ve Cemaat yolundan şaşmadılar, bidat nedir bilmediler. Doğudan ve Batıdan gelen her türlü tehdide karşı, içeriden çıkan her türlü bidata karşı mücadele ettiler ve çoğunda muvaffakta oldular.
Bizler Peygamber Efendimizin (aleyhisselâtüvesselam) ve onun güzide sahebelerinin izinden gidiyoruz. Hiçbir sahabeyi kötüleyemeyiz. Zira hiçbir sahabe birbirlerinide kötülemediler. Aralarında içtihad farklılıklarından dolayı ihtilaflar olmuş olsada birbirlerini asla kötülemediler ve birbirlerini asla tekfir etmediler. Bize düşen, aralarındaki bu ihtilaflarından dolayı taraf tutmak değil, onların bize miras bıraktığı İslam dinine sımsıkı sarılmaktadır.
Bazı siyasilerin ve bazı sinsi Şiaların toplumda ve siyasette Ali ve Muaviye benzetmesi yaparak fitne saçmalarına karşı uyanık olalım! Bu propaganda ile muradlarının Şialık görüşlerini sinsice Ehli Sünnet ve Cemaat olan bu milletin kalplerine yerleştirmelerine karşı şuurlu olalım. Allah Ümmeti Muhammedi, doğru yolun sapık kollarından münezzeh olan Ehli Sünnet ve Cemaat yolundan ayırmasın!