Tarihsel süreklilik harf inkilabı ile bitmiştir. Daha evvelden devletler yıkılsada, topraklar değişsede, din’le kültür devamlılık arz ettiği için milli ve dini muhafaza sağlanabiliyordu. Nitekim Mustafa Kemal’inde ifade ettiği gibi devrim “yeni ulus inşa etmek için” yapılmıştı. Gerçektende hedeflendiği gibi oldu. Artık bir geçmişi olmayan kültürel olarak ucube nesiller yetişti.
“Türk’üz” denildi lakin giyim, kuşam, yeme-içme, tatil, oturma, mobilya, binalar, hukuk ve hayatın geri kalan diğer tüm alanlarında Avrupalı idiler. Türklük bir isim, biraz söylem, birkaç kültürel faaliyet ve slogan olarak kaldı sadece.
“Sünni’yiz” denildi lakin inanış şekli, davranışlar, refleksler açısından biraz alevi biraz Şamanist, akide hususunda biraz mürci biraz cebri biraz Sünni, ahkâm açısından da tamamen batılı olduk.
Dinini yaşamaya çalışıp ama dinine de tam güvenmeyen ve bu sebeple ideolojiler ile “akideyi ve nizamı tahkim edeceğiz” iddiasında olan sentezci, heyecanlı, tuhaf gençler de cabası.
Velhasıl Kemalizm gayesine maksut olmuş, ya dini tamamen inkar eden ya dinin duygusal kısmını kabul edip ahkâm ve akide kısmını inkar eden, ya bunları inkar etmediğini söyleyip bir kısmını inkar eden çoğunluk meydana getirmiştir.
90 senelik mazisi olan, her şeyden biraz karışık meydana gelen bu ulus anlayışına karşı galip gelebilmek, ancak kaybedilenlerin geri alınması ile mümkündür. Kaybedilenlerin akidevî değerini bilmeyenlerin ise bunu geri almaları imkânsızdır, bu ancak şovenizm olur, slogan olarak kalır. Ve bu gidişle maalesef böyle kalacaktır.