Sahte ve gerçek tarikatların ayrımını yapabilmek için, öncelikle Tasavvuf ve Tarikat Nedir? Sorusuna açıklık getirmemizde fayda vardır. Tasavvuf öz tabirle nefsi terbiye etmektir. Ama sürekli tasavvuf şu şekilde anlatılır. Aç kalacaksın, hiçbir malın ve paran olmayacak, Dünyevi olan her şeyi terk edeceksin, geceleri ibadet, gündüzleri ise oruçlu olacaksın, sürekli zikir çekeceksin… Bu böyle gider. Bunlar tasavvuf yolunda var. Ama sadece bu şekilde tabir edilemez tasavvuf.
Tasavvuf tanımı en başta yanlış ve çarpıtlamalı olunca, haliyle tarikat tanımı da yanlış olmaktadır. O yüzden tasavvufu biraz daha doğru şekilde tanımlamaya çalışmalıyız.
Tasavvuf Nedir?
Tasavvuf, insanın tamamen nefsini terbiye etmeye çalışmasıyla alakalıdır. Bunun ise en önemli yolu öncelikle dinini yaşamaya gayret etmektir. Sadece ibadet, oruç ve zikir değil; amel olarak da iş hayatında, aile hayatında, arkadaşlık ilişkilerinde, akraba ilişkilerinde, ticarette her zaman İslam dininin emrettiği şekilde hareket etmeye çalışmaktır. Allah’ın dinini öğrenmeye gayret etmektir. Öğrendiği ile amel etmeye gayret etmektir.
Bakınız yapmak ve etmek demiyorum! Yapmaya ve etmeye gayret etmek diyorum! İnsan beşeridir ve mutlaka hataları, günahları olacaktır. Kimse kusursuz değildir.
Tasavvufta amaç Allah’a dahada yaklaşmaktır. İslam’da üstünlük ancak takva iledir. Takva ise ancak Allah’ın dinini yaşamaya gayret etmekle mümkündür.
Nefsi terbiyenin en iyi yolları oruç tutmak ve rabıta yapmaktır. Ramazan ayında oruç tutmak farzdır. Ramazan ayının haricinde ise oruç tutmak sünnettir. Râbıta konusu hakkında özel bir makale yazacağım ve detaylıca bu konuya değineceğim. Kısaca değinecek olursakta Rabıta, Mürşidi Kamil olan bir alime manevi bağlılıktır. Nuru ilahiyi, feyzi ilahiyi; Mürşidi Kamil aracılığıyla kendi kalbine nakşetmektir.
Zenginler Tasavvuf Ehli Olamaz mı?
Mal ve para sahibi olmak, zengin olmak; tasavvuf ehli olmaya engel değildir. Tasavvuf tamamen nefsi terbiye etmekle alakalıdır. Eğer bir Müslüman helal yollardan zengin olmuşsa, zekatını veriyorsa, sadakasını veriyorsa, zenginliğinden dolayı kibirlenmiyorsa, cömertse; asıl tasavvuf ehli o kimsedir! Çünkü herkesin malumu olduğu üzere para insanı değiştirebiliyor. Zengin olup sapıtan, kibirli olan, insanlara tepeden bakan, çalışanlarına karşı tanrılık taslayan nice aşağılık insan var. Dolayısıyla fakire göre bir zenginin nefsini terbiye etmesi çok daha zordur. Çünkü zengin, nefsi azdırabilecek her türlü maddi imkana sahiptir.
Ayrıca bir çok zengin aşırı tutumludur. Yani aşırı tutumlu derken cimridir. Bu cimrilik ise en büyük hastalıktalardan birisidir. Allah cimri olan kullarını ise asla sevmez. Bir zenginin, fakire göre imtihanları daha tehlikelidir.
Zengine cömertlik, fakire ise kanaat etmek yakışır!
Zengin her zaman bilmelidir ki malında fakirlerin hakkı vardır. O yüzden fakirlere her zaman zekatını, sadakasını ve fitresini vermek zorundadır.
Peygamber Efendimiz (aleyhisselatüvesselam) herkesin malumu olan hadisi şerifinde buyurdular ki:
Az sadaka çok belayı def eder!
Özetle tasavvuf, Dünya’dan el etek çekmek değildir. Değerli Ebubekir Sifil Hocaefendinin dediği gibi:
Tasavvuf Dünya’dan insanları çekip alma mesleği değil! Tasavvuf, Dünya’nın insana hükmesine mâni olma olma mesleğidir.
Tasavvuf ve Tarikat İlişkisi
Tasavvuf, Allah’a daha fazla yaklaşmak ve bunun için nefsi terbiye etmektir. Dini olağan kuvvetiyle yaşamaya çalışmak, sürekli nefisle ve şeytanla mücadele etmektir.
Peygamber Efendimiz (aleyhisselâtüvesselam) Tebük muharebesinden dönünce ashabı kirama demiştir ki:
Küçük cihaddan büyük cihada döndük!
Bu hadisi şerifte küçük cihaddan kasıt, düşman ordularıyla yapılan savaştır. Büyük cihaddan kasıtsa; nefis ve şeytanla yapılan savaştır. Büyük cihad olmadan küçük cihad olabilir mi?
Bütün insanların ve cinlerin dünyaya asıl geliş amacı Allah’a kulluk etmektir. Allah’ın emrettiği üzere yaşamaktır. Aslında baktığımız zaman her Müslüman tasavvuf ehli olmaya gayret etmelidir. Çünkü Allah’a kulluk edebilmenin yolu, nefsi terbiyeden geçmektedir. Nefsi terbiye etmek ise hiçte kolay değildir. Çünkü nefis, Peyfamber Efendimizinde (aleyhisselatüvesselam) buyurduğu gibi, yetmiş iki şeytan kuvvetindedir. Dolayısıyla Müslüman tek başına böyle güçlü bir düşmanla asla mücadele edemez! Edebilen Müslüman sayısı belki 1000/1’dir.
Bu noktada da tarikatlar devreye girmektedir. Tarikatların asıl gayesi ise tasavvuftur. Yani nefsi terbiye etmektir. Yani nefisle mücadele edebilmek için kurulmuş bir müminler ordusu diyebiliriz. Allah dostu olan, mürşidi kamiller aynı zamanda alimdirler. Alim olmayan birisi asla şeyh, gavs, kutup, mürşid vs. olamaz! Onlar ancak sahtekarlardır. Bugün çokça öyle sahtekarların örneklerini görmekteyiz.
Tarikatlar, nefisle mücadele etmek için, Allah’a kulluk etmek ve Allah’a yaklaşmak için vesiledirler. Allah dostu olan mübarek alimler, Allah’a yaklaşmak için vesiledirler.
Hazreti Allah Maide Suresi 35. Ayetinde buyuruyor ki:
Ey İman edenler! Allah’tan korkun, O’na yaklaşmaya vesile arayın ve onun yolunda çaba harcayın ki kurtuluşa eresiniz!
Alimler ve Allah dostları, Allah’a yaklaştıran vesiledirler. Onlar her daim Allah’ı hatırlatırlar ve Allah’a yaklaşmaya teşvik ederler. Tarikatlar, Allah’a yaklaşmak için motive edici, teşvik edici mücessem topluluklardır. Allah yolunda olan, derdi Allah’ın dinini yaşamak ve yaşatmak olan bir topluluktan daha şerefli hangi topluluk olabilir?
Mürşidi Kamil olan Alimler ve onların müridlerinden oluşan topluluklara tarikat denilir. Tarikat, kısaca yol demektir. Yol ise Allah’a yaklaştıran yoldur. Yukarıda naklettiğimiz ayeti kerime gibi Allah’a yaklaşmaya vesile olan kutlu bir yoldur.
Sahte Şeyhlere Dikkat!
Ancak her şeyin sahtesi olduğu gibi, ne yazık ki şeyhlerinde sahtesi vardır. Sahte şeyhlere dikkat! Bazı meczuplar veya münafıklar kendi hesaplarına şeyhlik iddiasında bulunarak nice saf ve yarım akıllı Müslümanları kandırmaktadır. Bunlarda İslam dinine, davası dini yaşamak ve yaşatmaktan ibaret olan hakiki tarikatlara ciddi zararlar vermektedirler. Büyük fitnelere sebep olmaktadırlar.
Sahte şeyhlerin izinden gidenlere diyeceğim tek şey:
Kılavuzu karga olanın burnu boktan kurtulmaz!
Yani tasavvuf ve tarikat yolu; nefsi terbiye etmek, Allah’a yaklaşmak için yolların en güzelidir. Ama böyle güzel bir yola yanlış kişilerle çıkanların sonu kötü biter. O yolu asla bulamaz ve kaybolup gider! Yanlış kişilerle çıkılan bu yolun sonu ise ateştir! O yüzden bu yola çıkmadan önce doğru bir rehberin izinden gittiğimize emin olmalıyız!
İlimsiz ve Şeriatsız Tarikat Olmaz!
Her zaman söylenirki şeriatsız tarikat olmaz! Ama ben bu söze çok kritik bir eklelemede yaparak diyorum ki; İlimsiz ve Şeriatsız Tarikat Olmaz! Çünkü ilim olmadan şeriat olamaz, şeriat olmadanda tarikat olamaz.
Şeriat dediğimiz zaman ülkemizde özellikle Kemalist Solcu dediğimiz kesim korkuyorlar. Şeriat kelimesine adeta öcü gibi bakıyorlar. Halbuki şeriat; Allah’ın emirlerini yaşamak demektir. Allah’ın emirleridir. Yani şeriat dindir, dinde şeriattır.
Laiklik elden gidiyeah! Şeriat geliyeah!
İşin espirisi bir yana, şeriatsız tarikat olmaz. Ama şeriatı öğrenmeliz ki, Allah’ın emrettiği şekilde yaşayabilelim. O yüzden her şeyi bir kenara bırakıp sadece mantığımızı devreye soktuğumuzda; en büyük gayesi Allah’ın dinini yaşamak ve yaşatmak olan, nefsi terbiye etmek ve Allah’a yaklaşmak olan tarikatların ilimsiz ve şeriatsız olması mümkün olamaz! Eğer ilim ve şeriat yoksa; o tarikat Allah’ın yolu değil, şeytanın yoludur!
Hazreti Ömer-ül Faruk (radıyallahü anha) buyurdular ki:
Dininizi iyi öğreniniz, yoksa yaşadığınızı din zannedersiniz!
İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız!
Günümüzde baktığımızda hakiki tarikatların sayısı belkide iki elin parmağını geçmez. Tarikat diye geçinen oluşumların ekseri kahiri ne yazık ki ilimsiz ve şeriatsızdır. Başlarında şeyhlik taslayan şahıslar ise alim değiller. Ancak buna rağmen nice aklı noksan insanları çevrelerinde topluyorlar. Böyle tarikatlar; Allah’a yaklaştıran tarikatlar değil, şeytana yaklaştıran tarikatlardır.
Bu kadar sahte şeyhin ve tarikatın her yerde bakteri gibi türemesinin sebebi ise, İslami bir otoritenin olmamasıdır. Dini otoritenin başıboş kalmasıyla; insanları maddi ve manevi olarak sömüren sahte şeyhler, hocalar, hatta mehdilik ve peygamberlik taslayan alçaklar türemiştir. Bu sorunun tek çözümü ise, dini otoritenin tekrar tesisiyle mümkündür!
Sonuç
Her şeyin başı ilim ve şeriattır. Şeriat, Allah’ın hükümleridir. Allah’ın hükümlerine karşı olan, zaten dine karşı olmuştur. Tasavvuf yolu; nefsi terbiye etmektir ve Allah’ın emrettiği şekilde amel etmeye gayret etmektir. Mürşidi Kâmiller, Allah’ı hatırlattığı için Allah’a yaklaştırıcı vesilelerdir. Alim olmayan mürşidi kâmil olamaz. Cahilden mürşid olmaz! Her alim mürşidi kâmil değildir ama her mürşidi kâmil aynı zamanda alimdir. Alimler peygamberlerin vârisleridir.
Allah’ın dinini doğru şekilde öğrenmek, nefsi terbiye etmek, Allah’ın dinini yaşamaya gayret etmek şüphesizki imtihanlarla dolu çetin bir yoldur. Böyle bir yolda ise hakiki mürşidi kâmil olan alim zâtları kendimize kılavuz edinmemiz gerekmektedir. Aksi takdirede yukarıda da belirttiğim gibi, kılavuzu karga olanın burnu boktan kurtulmaz!
Hakiki Tarikatlar, Allah’ın dinini en doğru şekilde öğrenmek ve öğretmek, nefsi terbiye etmek ve Allah’ın şeriatıyla amel etmek için var olan şerefli ve güzide topluluklardır. Tarikatların kökeni Hazreti Ebubekir’e ve Hazreti Ali’ye kadar uzananır. Bir başka yazımda da inşallah bu konuyada değineceğim.
İcazet silsilesi Hazreti Ebubekir-i Sıddık (radıyallahü anha) veya Hazreti Aliyy’ül Murteza’ya (kerremallahü vechehü) dayanmayan hiçbir tarikat sahih değildir. İcazet silsilesi Hazreti Ebubekir ve Hazreti Ali’ye dayansa bile her tarikat yine sahih değildir. Çünkü zamanla itikadi ve ameli olarak bozulan tarikatlarda ne yazık ki olmuştur. Bunların etüdünü yapmak ise ancak ilmi otorite ile mümkündür! Başka bir yazımda bu meseleyede bazı bozulan tarikatlardan örnekler vererekte değineceğim.
Zamanımızın en büyük fitnelerinden biriside sahte şeyhler, gavslar, mürşidler; bunların gafil ve cahil sofileri, müridleridir. Bunların çıkardıkları fitneleri kimse çıkaramaz! O yüzden sahtekarların ve cahillerin durumuna bakıpta kesinlikle geneli hakkında hüküm verilmemelidir. Böyle bir şeyin İslam’da yeri yoktur.
Su-i zan, yani kötü önyargı haramdır. O yüzden Müslüman milletimizin su-i zanlardan kendilerini koruması gerekir. Biliniz ki, sahte şeyh müsveddeleri, gafil ve cahil sofiler üzerinden; herbiri İslam’ın kalesi olan tarikatlar, İslam düşmanlığı ile nam yapmış Kemalistler tarafından sürekli itibar suikastına uğramaktadır. Kara ve Gri propaganlara asla itibar edilmemelidir.
Bir Ayet Bir Hadis
Hucurat Suresinin 6. Ayeti Kerimesinde Hazreti Allah (Azze ve Celle) ne güzel buyurmuş:
Ey iman edenler! Eğer bir fâsık (haktan sapan, Allah’ın emirlerine itaatten ayrılan) size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersinizde sonra yaptığınıza pişman olursunuz!
Peygamber Efendimiz (aleyhisselâtüvesselam) bir hadisi şerifinde buyurdular ki:
Müminin firâsetinden sakınınız!
Yani Müminin zihin uyanıklılığından sakınınız! Uyanık ol o halde Ey Müslüman!