Bir Müslüman olarak kavmiyetçilik ve ırkçılık asla yapmayız, yapamayız. Türkler ve Türklerin İslam İçin Olan Gayretleri ise asla göz ardı edilemez. Kendi ırkımızın, atalarımızın geçmişte olan gayretlerini bilmeliyiz ki, bizlerde atalarımızın izinden gidip İslam için gayrete gelelim. Zira Cenabı Hak Hazretleri, Hucurat suresinde:
“Allah katında en kıymetliniz, Allah’tan hakkı ile en çok korkanınızdır.” buyuruyor.
Lakin Cenabı-Hakkın yarattığı kavimler içerisinde Nuh Aleyhisselam’ın oğlu Yafes’den çoğalan Türk ırkının hususi ve muazzam ihsanlara nail olmuş olduğu yadsınamaz bir gerçektir.
Türkler, İslam ile müşerref olmadan evvel tek bir ilahın varlığına iman etmeleri ve İslam’a uygun olan örf, adet ve kanunlarının ulviliği sebebiyle İslam’ı kabul etmekte hiç yabancılık çekmemişlerdir. İslam ile müşerref olduktan sonra ise İslam’ın sancaktarlığını ve hamiliğini üstlenerek Allah’ın dinini ve nizamını yaymak için çok büyük hizmetler vermişlerdir.
Tarihi ve ispatlanmış kaynaklar ışığında Türk kavminin mazhar olduğu bu ihsanı hep beraber tahlil edelim.
216 yılında Büyük Hun Devleti’nin tamamen yıkılması ile Altay Dağları, Ötüken ve Aral Gölü etrafına yerleşik olan Türk boyları, Çin Hanedanlarının zulmü ve baskıları sebebiyle 150 yıla yakın devletsiz ve başsız kaldılar. Daha sonra batı ve güneye göç eden Türk boyları batıda Avrupa Hun Devletini, Güneyde Ak Hun devletini kurdular.
Kayılara Kabe-i Muazzama’nın Anahtarının Verilmesi
Ak Hun Devleti 430 yıllarına kadar Hindistan, Maveraünnehir ve Umman Denizi kıyılarına kadar sınırlarını genişleterek tam bir hükümranlık sürdüler. 400’lü yılların ortasında Ak Hun Devleti yıkılınca Türk boyları farklı yerlere göç ederek hayatlarına devam ettiler. Oğuz’un Bozok kolundan olan Kayı aşiretine mensup bir grup bu göç esnasında farklı bir rota çizerek Mekke-i Mükerreme sınırlarında yurt edindiler.
Bu aşiret “Süreyc” ismiyle anılarak, Türklerin en mahir olduğu kadim demircilik mesleğini icra ettiler. Gerek sanatlarındaki eşsiz ve kaliteli işçilik, gerek şerefli ve dürüst yapıları ile kısa zamanda Mekkeli aileler arasında itibar ve şöhrete sahip oldular. Kendi imalatları olan Süreyciyyat ismi verilen kılıçları Arap Beyleri arasında imtiyaz simgesi haline gelmiş ve şöhret bulmuştu.
Zamanla çalışkanlıkları, dürüstlükleri ve güçleri ile dikkat çeken bu Türk aşireti Kabe-i Muazzama‘nın anahtarlarını ellerine alarak, Kabe’nin bakım ve muhafazası vazifesine layık görüldüler.
Gök Tengri dinine, yani göklerdeki tek yaratıcıya inanan bu Türk aşireti putlara tapmadıkları halde 5 kuşak, yani 120 yıldan fazla bir süre bu vazifeyi hakkı ile yerine getirdiler. Yani farkında olmadan ataları Yafes’in atası Nuh Aleyhisselam’ın dininin kutsalı olan Kabe’nin bakımı ve koruması bu puta tapmayan Türk aş iretine intikal etmişti.
Alemlere rahmet olan Peygamber Efendimiz (aleyhisselatüvesselam) Hazretleri, Mekke-i Mükerreme‘yi fetih ettiğinde Hazreti Ali (kerremallahü vechehü) Efendimizi Kabe’nin anahtarlarını almak üzere Süreycilerin o gün reisi olan Osman bin Talha’nın evine yolladılar. Efendimizin risaletini kabul ve idrak edemeyen Osman bin Talha anahtarları vermemek için direndi. Fakat Allah’ın aslanı Hazreti Ali efendimiz zor kullanarak anahtarı Osman bin Talha’nın elinden aldı ve Kabe’ye doğru yola koyuldu.
Anahtarı teslim etmek üzere Peygamber Efendimizin (aleyhisselatüvesselam) huzuruna çıkan Hazreti Ali (kerremallahü vechehü), Peygamber Efendimizin emri ile anahtarı alarak gerisin geriye Osman bin Talha’ya teslim ettiler.
Şaşkınlık içerisine düşen Osman bin Talha anahtarın neden geri geldiğini sorunca aldığı cevap çok tesir ederek şehadet ile Müslüman oldu.
Müslüman Olmasına Vesile Olan Sebep Neydi?
Hazreti Ali Efendimiz elinde Kabe’nin anahtarları ile dönerken, Cenabı-Hak (Tebareke ve Teâlâ) Cebrail Aleyhisselam vasıtası ile Resulü Ekrem’e (aleyhisselatüvesselam) Nisa suresinden yeni ayetler vahyediyordu. Nazil olan ayet:
اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُكُمْ اَنْ تُؤَدُّوا الْاَمَانَاتِ اِلٰٓى اَهْلِهَاۙ وَاِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ اَنْ تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِۜ اِنَّ اللّٰهَ نِعِمَّا يَعِظُـكُمْ بِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ سَم۪يعاً بَص۪يراً
“Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğütler veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi işitmekte, her şeyi görmektedir.”
Böylelikle Cenabı-Hak işi ehline vermeyi, ve adaleti emrediyordu. Yani Türk asıllı Süreyc kabilesinin bu işin ehli ve hak edeni olduğunu bu hizmetin onlarda kalmasının en adaletli hüküm olduğunu bildiriyordu.
Bu hadiseden sonra Osman bin Talha Hazretleri Müslüman olarak Peygamberimize tabi oldu ve onun emrinde İslam için cihat etti. dört raşit halife döneminde yaşayıp Hazreti Muaviye zamanında vefat etti. O zamandan 1926 yılında Osmanlı’ya ihanet eden Şerif Hüseyin Suudi Arabistan Krallığını kurana kadar 1400 küsür yıl Türk asıllı Süreyc kabilesi Kabe’nin hizmeti vazifesi şerefine nail oldular.
Süreycilerin Türk olduğu Arap tarihçileri tarafındanda kesin kabul gören bir hakikattir.
Süreyc Aşiretinden Ubeydullah Eş-Süreyc Hazretleri üzerinde bazı ayetler ve kayı aşiretinin damgası olan, IYI remzli dövme çelikten çok kaliteli bir kılıcı Hazreti Osman Efendimize hediye eder. Uzunca bir müddet bu kılıcı taşıyan Hazreti Osman Efendimiz şehit edilince bu kılıç Osman bin Talha’ya ulaşır. Bu kılıç halen Topkapı Sarayında Kutsal emanetler dairesinde sergilenmektedir.
Hazreti Osman’dan Sonra Kılıcın Akibeti Ne Oldu?
Sanılanın aksine ilk Osmanlı Halifesi Harameyn Hadimi Yavuz Sultan Selim Hazretlerinin getirdiği Kutsal emanetler ile beraber gelmemiştir.
Bu mübarek kılıç bir çok kez yüzyıllarca el değiştirerek sahibine ulaşır. Hazreti Osman Efendimizin şehadetinden sonra Osman bin Talha Hazretlerine, oradan Hazreti Ali Efendimize, ondan Hazreti Hasan Efendimize ve beşinci kuşak torunu olan Silsile-i Zehebin büyüklerinden (Altın silsile) Mürşidi Kamil ve Müceddid Caferi-Sadık Hazretlerine ulaşmıştır.
750 yıllarında Emevilerin büyük bir darbe ile yıkılarak Abbasilerin iktidara sahip olması ile bu emanet yine bu kutlu silsileye devredilerek devam etmiş Önce Mürşidi Kamili ve Müceddid Bayezid-i Bestami Hazretlerine, sonra ise sırası ile hepsi ayrı ayrı değerli ve Silsile-i Zehebin devamı olan Mürşidi Kamil ve Müceddid Hasan Harakani Hazretlerine, Ebu Ali Farmedi Hazretlerine, bu mübarekten Varisi-Resul’den Yusuf Hemedani Hazretlerine intikal etmiştir.
Yusuf Hemedani Hazretleri bu emaneti talebelerinden Hoca Ahmed Yesevi Hazretlerine teslim etmiş, ondan ise talebesi Şeyh Edebali Hazretlerine ulaşmıştır.
Kılıcın Osman Bey’e Ulaşması
Bilindiği üzere Peygamber Efendimizin en büyük emaneti olan Ehli Sünnet ve Cemaat akidesinin en büyük ve güçlü koruyucusu Osmanlı Devleti olmuştur.
Osman Bey’in asıl ismi Ataman Bey’dir. Dedesi kesin olmamakla beraber Süleyman Şah, babası Ertuğrul Gazi, oğlu ise Orhan’dır. Yani hepsi Türk ismidir.
Ataman Bey, Şeyh Edebali Hazretlerinin himayesinde yetişmiş sürekli ziyaretinde bulunmuştur. Bir ziyaretinde gördüğü bir rüyayı hocasına anlatır. Rüyayı dinleyen Şeyh Edebali Hazretleri emanetin sahibini bulduğunu anlar evvela kızı Malhun Hatunu zevce olarak nikahlar ve üzerinde kayıların damgası bulunan Hazreti Osman Efendimizin kılıcını Ataman Bey’e hediye eder ve ismini Osman olarak değiştirir. Böylece Osman Gazi, Hazreti Osman Efendimizin hem kılıcına hem ismine varis olur.
Yüzyıllarca saltanat sürerek İslam beldelerine sahip çıkacak, Allah’ın dinini yayacak ve Resulallah Efendimizin mirası olan Ehli Sünnet ve Cemaat akidesinin en kuvvetli hâmisi olan Osmanlı Devleti’nin temelleri böylece atılmış olur.
Ne Acayip Olaylar Silsilesi Değil mi?
Peygamber Efendimizin, Hazreti İbrahim Efendimizin torunlarından Adnan isimli zaata kadar uzanan şeceresi, Hazreti İbrahim Efendimizin zevcelerinden birinin büyük Türk hükümdarı Oğuz Kağan‘ın kızı Kantura Hatun olduğunun iddia edilmesi, bir Hanif gibi tek bir tanrıya inanan ve örf adet ve töreleri İslam ahkamına çok benzeyen Türklerin Avrupa, Hindistan, Orta Asya ve Arabistan’a yayılmaları; Allah’ın beyti Kabe’ye hizmete layık olanların Kayı Türklerinden Süreycilerin olduğunun ayet ile bildirilmesi…
Kayı kılıcının yüzyıllar boyunca elden ele tekrar Alemi İslam’ı ihya edecek olan bir Kayı beyine teslim edilmesi, emanetin yıllarca Resulallah Efendimizin torunlarında olması sonrasında Resulallah Efendimizin (aleyhisselatüvesselam) manevi mirasının sahipleri olan Ehli Sünnet ve Cemaat akidesinin müceddidleri Silsile-i Saadat efendilerimizde saklı olması, bu müceddidlerin ekseriyetle daha evvel göç eden ve yayılan Türk obalarının göç ettiği yerlerde Ehli Sünnet ve Cemaat akidesini muhafaza edip yayması ve insanları irşâd etmesi, Türk Devleti olan Osmanlı ve Selçuklu Devletinin, Gaznelilerin, Harzemşahların, Babürlerin, Emir Timur’un zamanlarında yaşayan Silsile-i Saadat‘ın büyükleri ile irtibatlı ve alakalı olmaları…
son müceddid ve mürşidi kamilin yani son halka Süleyman Hilmi Tunahan Hazretlerinin bir zamanlar Avrupa Hun Devletinin toprağı olan Bulgar topraklarında zuhur etmesi ve Alem-i İslam’ın merkezi sayılan İstanbul’dan Ümmeti Muhammedi irşâd, Ehli Sünnet ve Cemaat akidesini ihya etmesi, bugün dahi o mübareğin 72 milletten evlatlarının, İslam’ı dünyanın her yerine yayması ve Ehli Sünnet akidesini ihya etmeleri sizce tevafuk, tesadüf gibi kelimeler ile açıklanabilir mi?
Bu zincirleme hadiseler gören gözler için adeta ezeli bir takdiri ilahi ve Allah’ın bu millete lütfu olduğunu görmek zor değildir.
Her ne kadar bazı mürşid çıkagele olanlar bu silsilenin sonunu kabul etmeyip kendilerini bu silsileye yamamış olsa bile yahut Ehli Sünnet dahi olmayan güya alimlerin oy birliği ile asrın Mürşidi Kamili seçilmiş olsa bile, bu acayip olayların seyri, bu serüven içerideki ulvi kahramanların misyon ve vizyonları icraatları kaderin bir noktada birbirlerine sımsıkı bağlaması incelendiğinde bu zatların nispeti gayrı sahih, komik ve imkansızdır.
O kuttai-tarikler bu sebebden güneşi bırakıp mum ışığına pervane olan bedbahtlar sayılabilirler. Kendilerine bilmeden halisane nisbet edip, Ehli Sünnet ve Cemaat akidesini ihya için mücadele edenler bizim öz kardeşimizdir. Mukadder ola Nakşiler onca Alemi İslam’ın içerisinde cündullahtır.
Şu garip dönemde fitnenin ayyuka çıktığı zamanda İslam’ı tecdit edecek olan, şüphe yok ki bu silsilenin evlatlarıdır.
Ne Potamyalılar, ne Pontuslar.
Evet bu garabet devri bitecek, Alemi İslam yine ve son kez Allah’ın izni ve vaadi ile galip olacak.