Türkiye Bir Tercih Yapmak Zorunda Değil mi?

Türkiye Bir Tercih Yapmak Zorunda Değil mi?

Türkiye bir tercih yapmak zorunda değil mi? Elbette nihayetinde bir tercih yapmak zorundadır. Hem iç hem de dış politikada Türkiye’nin elini kolunu bağlayan bir mesele vardır. Türkiye kurulduğundan beri Kemalist ve Laik bir cumhuriyet rejimi olarak yönetilmektedir. Türkiye’nin politikasının temelinde ise batılılaşma ve çağdaşlaşma vardır. Aslında Türkiye hiçbir dönemde tam anlamıyla yüzünü doğuya ve İslam Dünyasına dönmemiştir.

Türkiye’nin yüzünü doğuya ve İslam Dünyasına dönmesi için bir tercih yapması gerekmektedir. Batılılaşma ve çağdaşlaşma politikalarından vazgeçmek, İslam şeriatı esaslı olarak devleti yeniden inşa ve ihya etmektir. Aksi takdirde İslam’ı siyasete alet ederek siyasi iktidarlarını koruyanların slogonlarının içi her zaman boş olacaktır. Sloganlar, haktan yana hiçbir şey ifade etmez. Sloganlar ve fiiller her zaman birbiriyle çatışmaktadır. Biz ise fiillere bakarız.

Türkiye, Kemalist ve Laik bir cumhuriyet rejimi olarak kurulmuş ve bu şekilde yönetiliyor olsa bile, köklü ve güçlü bir tarihi arka plana sahip olması sebebiyle millet, geçmişten bağını tam olarak koparamamıştır. Netice de ise Anadolu Türkleri ne tam anlamıyla Müslüman kalabilmiştir, ne de tam anlamıyla kafirleşebilmiştir. İçinde bulunduğumuz devir ise müminin ve kafirin ayrıştığı bir dönemdir. Dolayısı ile Türkiye bir tercih yapmak zorundadır.

Türkiye, köklü ve güçlü tarihi arka planı sebebiyle tercihini İslam’dan yana yapmak mecburiyetindedir. Çünkü Türkiye her ne kadar kurulduğundan beri Kemalist ve Laik cumhuriyet rejimi ile yönetilip her devirde batılılaşma ve çağdaşlaşma yönünde adımlar atsa da, batı dünyası dahi Türkiye’nin köklü ve güçlü tarihi arka planından dolayı Türkiye’yi hiçbir devirde kendilerinden görmediler ve görmeyecekler. Türkiye’yi de aslında bu sebepten Avrupa Birliğine almak istemiyorlar.

Türkiye Avrupa Birliğine Girmeli mi?

Türkiye 1959 yılından beri neredeyse 65 yıldır Avrupa Birliğine girmek için çalışmaktadır. Avrupa Birliğinin o zamanki adı, Avrupa Ekonomi Topluluğudur ve AET üyesi olma başvurusunu 1959 yılında yapmıştır. Ancak hiçbir zaman Avrupa Birliğine alınmasına sıcak bakılmadı. Günümüzde ise dengeler değişti. Artık ekonominin, gelişmişliğin, medeniyetin, gücün merkezi batı dünyası değildir. Bizce zaten hiçbir zaman değildi. Bu bir algıydı ve o algıda her geçen gün çökmektedir.

Yeni büyük güçlerin doğması, yeni birliklerin kurulması ile dengeler değişmiştir. Bu vakitten sonra da Türkiye, Avrupa Birliği alsa bile girmemesi lazımdır. Çünkü girse bile her zaman Avrupa Birliğinin istenmeyen devleti olarak kalacaktır. Türkiye belki bölgesel bir güç konumuna gelecektir ama asla büyük güç olamayacaktır. Bu bölgesel güçte kırılgan olacaktır.

Türkiye, kendi tarihi arka planı ve toplumuyla aslında zıt bir devlet politikası uygulamaktadır. Her ne kadar ülkede Kemalist ve Seküler anlayışı, içi boş Türkçülüğü savunan çok gibi gözükse de, aslında Türkiye’nin çoğunluğu Müslümandır ve her Müslümanın kalbinde İslam nizamına ve adaletine hasret vardır. O kıvılcım mutlaka her Müslümanın kalbinde vardır. Ancak ne var ki, Kemalizm bu milletin ruhuna büyük zararlar vermiştir. Bu zararlar ise ancak İslam nuru ile tedavi edilebilir.

Türkiye, batılılaşma ve çağdaşlaşma uğruna kendi özünden çok büyük tavizler verdi. Bu verilen tavizler Türkiye’yi kendi köklü ve güçlü medeniyetinden kopardı ve hatta düşman etti. Türkiye, toplumsal yozlaşma ve çürüme ile karşı karşıyadır. Her geçen gün millet aslında asimile olmaktadır. Avrupa Birliğine girmenin, bu yolda batılılaşma ve çağdaşlaşmanın bedeli kimliğini kaybetmektir.

Türkiye eğer gerçekten tam anlamıyla bağımsız, güçlü ve büyük bir devlet olmak istiyorsa, köklü geçmişten güçlü geleceğe bir medeniyet inşa etmek istiyorsa, evvela batılılaşma ve çağdaşlaşma ekseninden öze dönüş ve İslamlaşma eksenine kaymalıdır.

Millete Senelerdir Hayal Satılıyor!

Millete senelerdir hayal satılıyor! Milletin mayası, tüm tahriflere rağmen İslamdır. Ben Müslümanım Elhamdülillah diyen herkes, hilafet ve şeriat ister. Bunun hasreti ve hayali ile yaşar. İşte bu hasreti ve hayali de bir takım siyasiler her zaman suistimal eder. Müslümanlardan gibi görünürler ama dilleri baldan tatlı, kalpleri ise kurt gibidir. Bu suistimal ortamını da onlara, mevcut Kemalist ve Laik rejim sağlamıştır.

Son devir Osmanlı ve Cumhuriyetin ilk devir alimlerinden bir Allah dostu olan Süleyman Hilmi Tunahan (kuddise sirruh) Hazretlerinin sözü şu şekildedir:

Din asıl dünya ve siyaset fer’idir arada kalamaz. Dünya ve siyaset yüce dinin inkişâfına alet olabilir. Fakat din, dünya menfaat ve siyasetine âlet olamaz. Âlet edenlere lanet vardır. Haktan belasını bulabilir.

Günümüzde de görünen; dinin, siyasete ve dünyalık hesaplara alet edildiğidir. Sanki İslam’ın ve Müslümanların koruyucularıymış gibi algı oluşturuyorlar. Ama hakikatte her zaman kafirin hesabına çalışıyorlar. Hatta bu şekilde kafirin bile veremeyeceği yıkıcı maddi ve manevi zararlar veriyorlar.

Azıcık aklı başında bir Müslüman dönüp geriye baktığında, İslam dinini kendi siyasi ve dünyevi çıkarlarına alet edenlerin aslında ne İslam, ne de Müslümanlar hayrına elle tutulur bir icraatlerinin olmadığını görecektir. Hatta aksine, sözleriyle sürekli Müslümanları kandırdıklarını, ama icraatleriyle sinsice İslam dinine ve Müslüman topluma büyük darbeler vurduklarını görecektir. Göremeyenlere ise veyl olsun!

Türkiye Kaç Kutba Ayrıldı?

Türkiye’nin siyasi, toplumsal, ekonomik olarak her geçen gün daha da kötüye gittiği herkesçe malumdur. Tabi troller, bu kastettiğim herkesin dışındadır. Türkiye’nin içinde bulunduğu kötü gidişat, Türkiye’yi aynı zamanda bir karara zorlamaktadır. Kemalizm ve Laiklik ile devam etmek mi, yoksa köklü bir değişimle öze dönüş ve İslamlaşma sürecine girmek mi? Bu yönde de Türkiye iki kutba ayrılmıştır.

Bu kutuplaşma her geçen gün daha da derinleşmektedir. Birinci kesim her şeyden memnun ve mevcut iktidarın ülkeyi gayet iyi yönettiğini iddia edip devletçilik oynamaktadır. Kutsal devlet, devlet aklı gibi argümanlarla iktidarın izinden gitmekte ve iktidara yapılan son derece haklı muhalafeti, sanki devlete başkaldırı, ihanet gibi yorumlamaktadır. Biz bunlara troller diyoruz. Gerçeklik algısından kopuk bu zavallılara diyecek bir şeyimiz yoktur. Allah’ın gözlerine perde indirdiklerinin gözlerinden o perdeyi biz kaldırmaktan aciziz!

Diğer bir grup ise zaten İslam dini ile araları olmayan, hatta Müslüman olmayan kimselerdir. Bunlar yaşanan sorunların sebebinin Siyasal İslamcılar olduğunu ve onları destekleyen Müslümanlar olduğunu söylerler. Üstüne İslam’ın bu olduğunu söyleyip, Kemalizm ve Laikliğin ne kadar doğru olduğunu iddia ederler. Mustafa Kemal’e minnetlerini belirtirler. Hatta bazıları Mustafa Kemal’i putlaştırır. Türkiye’nin geleceğinin ancak Laiklik ve Kemalizm ile parlak olacağını, bütün sorunların çözümünün Kemalizm ve Laiklik izinden gitmekle mümkün olduğunu iddia ederler.

Bu iki kutup, bizce milletin kronik sorunlarıdır. Kemalizm ve Laiklik rejimi sebep, Kemalistlerin nefret ettikleri ve Siyasal İslamcılık olarak tanımladıkları şey ise ateşli şekilde savundukları rejimin sonucudur. Ama bunu anlamaktan pek uzaklar. Çünkü kendilerinin geçmişten bağı kopmuştur. Geçmişte nasıl büyük bir medeniyet olduklarının farkında bile değiller. Kemalist ve Laik rejimin dayatmasıyla geçmişlerine düşman olmuşlar. Tabi bu kesmin içinde aslında ne Türk, ne Kürt vesaire olmayan, Osmanlı’dan kalma gayri müslim azınlık olan ve bunu toplumdan gizleyen güruhta çoktur.

Üçüncü grup ise ihlaslı Müslüman kesimdir. Neyin ne olduğunu gayet iyi bilmektedir. Sorunun kökünün ne olduğunu iyi bilmektedir. Feraset seviyesi yüksek olduğundan dolayı da, ülkenin gidişatından en çok bu kesim muzdarip olmaktadır.

Türkiye temelde bu üç kutba ayrıldı diyebiliriz ama aslında bir kutup daha var olmakla beraber bu yazının konusu olmadığından o kutba değinmiyorum. Değinmediğim kutup ise, Kürdistan devletinin kurulmasını isteyen Apoistlerdir. PKK ve sempatizanlarına, onların siyasi ayağı olan partiye biz genel bir tabir olarak Apoizm tabirini kullanabiliriz. Ya da Sayın Apoistler de diyebiliriz. Malum sayın demezsek ileride konusu suç teşkil edebilir.

Şartlar Türkiye’yi Bir Karara Zorluyor!

Tüm bu kutuplaşmaların ışığında Türkiye bir tercihe gebedir. Türkiye yoluna nasıl devam etmelidir? Batılılaşma ve çağdaşlaşma düşünceleri ile Kemalist ve Laik cumhuriyet rejimi devam mı etmelidir? Yoksa öze dönüş ve İslamlaşma ile köklü ve güçlü geçmişten ilham alarak geleceği yeniden mi inşa etmelidir?

Biz deriz ki, ne zamanki özümüzü unuttuk, o zaman zillete düçar olduk. Özümüz cihanın yüreğini titretirken, özünü unutan bizlerin yürekleri titremektedir. İslam tarihte Müslümanlara çok güzel kapılar açtı. O kapılar İslam ile açıldı. Onca iş İslam uğruna edildi. Onca nimete İslam yolunda olmanın mükafatı ile kavuşuldu. Ama İslam’dan yüz çevrilmeye başlanıldığı günden beri bunların hepsi elimizden uçtu gitti.

Müslüman bugün anlamalıdır ki; izzet İslamlaşma iledir. Zillet ise İslamsızlaşma iledir. Millet bunu anlayıp gereken aksiyonu aldığı vakit, büyük ve parlak değişimlere gebe olacaktır. Allah bizlere yeniden İslamlaşmayı nasip etsin.

Eğer ➡️ Neden Rüveybida Adam Devrindeyiz? ⬅️ Başlıklı yazımı okumak isterseniz, başlığın üzerine tıklayabilirsiniz!

Yazan - Yavuz Şahin

Yavuz Şahin
Bir şeyi bilmek ve istemek başka, onu hayata geçirmek başka şeydir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir