Yeni Bir İhanetin Perde Arkası; bizleri suni gündemler ile menfaatperest ve aç gözlü siyasetçilerin kavgaları ile oyalayan küresel şeytanlar, hedefleri olan nesli, fıtratı, insanı ve imanı bozma projeleriyle geleceği kendi istedikleri gibi şekillendirdikleri Küresel Hakimiyet ve Dünya Devleti mefkuresi yolunda çalışmalarına son hız devam ediyor. Elde ettikleri yerel işbirlikçileri ise gururla hizmetlerine amade, verilen vazifeleri ifa ediyor. Hükümetin en başarılı olduğu konulardan birisi algı yönetimi ve manipülasyondur.
Corona krizini, enflasyonu, işsizliği, fahiş vergileri, ekonomik krizi; İstanbul Sözleşmesi ve Ayasofya meseleleri ile manipüle ederek gündemi ve ilgimizi bu noktalara çekerek hiç böyle problemlerimiz yokmuş havasına ortamı büründürmeyi başardılar. Tabi bunlar konuşulurken, saman altından su yürütme faaliyetleri hız kesmeden devam ediyor. Şimdi ise kanun kılıfı ile yeni bir hainlik projesi üzerinde çalışıyorlar.
Yeni Projenin ismi Gıda Kanunu
“Gıda Kanunu” diye yazınca kulağa hoş geliyor fakat kazın ayağı öyle değil. Gıda Kanunu ile amaçlanan sözde tüketiciyi hamasi ve hurâfi bilgilerden muhafaza etmek, üreticiyi ise menfi yöndeki itham ve eleştirilerden korumak. Yani, bir ürünü tenkit ederek muhtevasındaki sağlıksız, tehlikeli içerikler hakkında olumsuz iddialar beyan ettiğiniz zaman 50.000 TL ceza yiyerek susturulma yasası diyebiliriz.
Gıda konusu küresel ve kapitalist şeytanların nesli, fıtratı ve imanı bozma projelerinden birisi ve en mühim olanıdır. Çünkü insan muhakkak yediği şeyden ibarettir. Protein, vitaminler, gerekli yağlar, karbonhidratlar yediğimiz besinler ile vücuda kazandırılır. Yani vücudun yakıtı olan gıdalar DNA, RNA kombinasyonlarımıza sirayet ederek genetik özelliklerimizi değiştirebilir ve bu sayede bizden gelecek olan nesillerde hem fiziki hem ruhi arızalar, olumsuz değişiklikler teşekkül edebilir.
Gıda Kanununa göre bir doktor, alternatif tıpçı, gıda konusunda mütehassıs kişiler küresel güçlerin iradesine kafa tutarcasına herhangi küresel bir üreticinin bir ürününü tenkit edip, insan üzerinde psikolojik ve nöropatik zararlarından bahsedecek olursa, yasaya göre bunu yetkili kuruma ispat etmek zorundadır. Eğer ispat edemez ise 50.000 TL para cezasına çarptırılıp, susturulacak.
Aynı şekilde bu durum, faydalı ve zararsız olduğunu iddia ettiğiniz fakat ispat etmediğiniz her helal ve sağlıklı ürün için geçerlidir. Adalet ve hukuk kelimelerinin adeta bir Karadeniz fıkrasına dönüştüğü ülkemizde küresel şeytanların iradesine muhalefet edenleri ispat etmenin kurtarmayacağı aşikâr. Çünkü bu proje küresel şeytanların taşeronları olan yöneticilere havale ettiği bir cadı avının ilanıdır.
İdarecilerin ve hükümetlerin esas görevi vatandaşlarımızı ve hassaten Müslüman halkımızı Carlgrill’in nişasta ve mısır şurubundan, Nörolojik etkisi ve hasarı olan ve tatlıdan tuzluya her üründe %100 uyum ve etki gösteren bağımlılık etkenine sahip MSG (Çin Tuzu) illetinden, Koruyucu, gıda boyası ve kimyasal içeren tamamen labaratuvar üretimi ürünlerden korumak, domuz eti ve mamüllerinin kullanımından, yenmesi haram olan hayvanların kesiminden ve ürün olarak arz edilmesinden korumak halkın sağlığını ve neslini tehlikeye atan her faaliyetin önünü kesmek ve halk sağlığını korumayı hedef almaktır.
Ülkemizi yöneten küresel güçlerin taşeronları; yapmaları gereken esas vazifeleri yapmak yerine, yapmamaları gereken halk sağlığını tehdit eden her işi teşvik, tertip ve yasalar ile korumakla meşguldür.
Şarbon, Kuş gribi, Deli dana gibi sipariş virüs ve hastalıklar ile evvela Anadolu’nun saf ve kaliteli büyükbaş ve küçükbaş hayvanların genetiği değiştirilmemiş, sağda solda köylünün vatandaşın elinde kalan tavukların kökü kazınarak hayvancılığa, akabinde hibrit tohum, tohum yasası ve ürün değersizleştirme politikaları ile çiftçi bezdirilerek tarıma büyük darbe indirilmiştir. Bu gayretli projelerin neticesinde Eski Tarım Bakanı Mehdi Eker, Fransa tarafından katkıları sebebi ile Şövalye Nişanı verilmeye layık görülmüştür.
Sadece itikadımızı Ehli Sünnet vel Cemaat Akaidini tahrif etmek ile değil, büyük değişimin köklü ve sağlam en etkili tahrif reformlarını yapmak ile vazifeliler. Aileyi, eğitimi, ahlakı, ekonomiyi, liyâkatı, maneviyatı, toplumu, hukuku yıllardır planlı çalışmaları ile dağılmış, harap olmuş, işlevini yitirmiş hale getirdiler. İslami kimliğini kullanarak, milletimizin en yumuşak karnı maneviyatını istismar ederek bunları icra ediyorlar.
Peki Neden Bu İhanet Tiyatrosunu Yönetiyorlar?
Kurdukları ve hizmet ettikleri kurulacak düzende imtiyaz için, dağıttıkları ve işlemez hale getirdikleri hukuk, cebren işlettikleri kanunlar karşısında muafiyet ve üstünlük için, Hubbu-Cah yani makam ve mevki sevdası için, yeraltı ve yer üstü tüm maddi kaynakları suyunu çıkartana kadar tahsis ve kullanmak için! Eğer bu taşeronluğu ret ederlerse dengeler değiştiğinde altından kalkamayacakları hesaplar ile karşılaşacaklarını, debdebe, imtiyaz ve bu fosforlu hayatın tersine döneceğini bildikleri için razı geliyorlar.
Bazı safdiller, tatlı su müslimleri ve hususi ile gönüllü münafık kepâzeler “Filan kişinin haberi yoktur, filan zât bilse müsaade etmez, filan muhterem iyi fakat etrafı kötü…” diyerek temize çıkartmaktan kendini alamıyor. Hayır efendim, asla ve kat’i olarak öyle bir durum yok. Hepsi aynı yörüngede dönüyorlar. İsterseniz buyurun buradan bakın!
141.650 dekar tarım alanında bakteri bahanesi ile patates ekiminin yasaklanması daha evvel Kanada merkezli dondurulmuş patates üreticisi MC’CAİN firmasının eski danışmanı olan bakan tarafından imzalandı.
Yahut eşek etinden sucuk yapan Elif Sucukları dosyasını araştırırsanız hiçbirinin umurunda olmadığınızı daha net anlayacaksınız. Bâtıl ile hakkın mücadele ettiği ortamda, Müslüman yığınlara neyin doğru olduğu unutturularak, neyin çok konuştuğu, daha çok reklam edildiği ve allanıp pullanıp sunulduğu, hakkın savunucusu olan bir kere yahut hiç konuşmazken, batılın savunucusu olanlar daha fazla ve kat kat konuşuyorlar.
Acı olan ise bir çok Müslümanın şuursuzca, bangır bangır bağıran yanlışın arkasından gitmesidir. Yazının bu son kısmına kıymeti şair ve mütefekkir Cahit Zarifoğlu’nun beyanı ile son vermiş olayım:
Televizyona getirilen bütün İslami görünüşlü programların, mevlütlerin, hac programlarının ve hatta Diyanet işlerince yapılan vaaz ve nasihatların hepsinin bir afyonlamadan ibaret olduğunu aklınızdan çıkarmayın. Onların arkasında İslam düşmanlarının iblisane niyetlerini görün. Daha başka ve kesin bir ifade ile söyleyelim, Televizyon bütünü ile Müslümanların kontrolünde olacağı güne kadar, onu bir torbaya koyup ağzını mühürleyin. Aksi halde hep mesul kalacaksınız.